Sunday, November 02, 2008

Haydi Türkiye İlerle- Istanbul'da bir Otobüs Hikayesi















Cuma günü Beylikdüzünden Kavacık'a muhteşem bir yolculuğum oldu. Elimden geldiğince paylaşmak istiyorum.

Malumunuz İstanbulumuzun iki önemli otobanı var. Birisi E5 , diğeri de E6 da denilen TEM (trans european motorway) . Birincisi ilk köprüye bağlanırken , diğeri ikinci köprünün ayağına götürüyor sizi. İşte böyle bir karar aşamasında , hızlı bir ulaşım için biz de boş olacagını tahmin ettiğmiz TEM üzerinden yola koyulduk. Öncesinde belediyemizin bangır bangır saga sola yazdıgı ve bilgilendirme yaptıgı IBB mobil uzerinden de yol testimizi yaptık. Dur kalk dur kalk , Levent sınırlarına kadar ulastık. Ortalama 25 km , 40 km , ve 50 km'ler derken Levent'e girişte ortalama hızımız 5 'e düştü. Ondan sonra ilgiç ve bir nokta da alışılagelmiş İstanbul trafiği maceramız başladı. Gidemiyoruz , yani araç ilerlemiyor. Serit değiştiriyoruz , ordan öbür tarafa kayıyoruz yok. Aralara giriyoruz yine yüzlerce araba yerinde sayıyor. Ortalama km 0'ı buldu... (Bkz. Resim 1 , su kaynatan arabalar, Resim 2 trafikte ilerliyoruz

Malum araç sahibi arkadaşın, mecburi aracı hedefe götürmesi gerekiyor. El mahkum arabada bekleyeck. Bendenizin öyle bir sıkıntısı olmadığı için arabadan inip, ikinci köprüden geçeck bir otobüse atlama alternatifini gerçekleştirme yoluna koyuluyorum. Ayıp oldu ama atlayıp çıkıyorum arabadan. Durağa geçtiğimde hayatımda görmediğim bir durak kalabalığıyla karşılaşıyorum. Yaklaşık 200-250 kişi iş bankası genel merkezi önündeki durakta aynı otobüsü beklemekte ve otobüs bir türlü gelmiyor. Benzer durumları sabahları Kavacık -Kozyatagı arasında , otobus seferlerinde yaşanan sıkıntılı günlerde de , görmüştüm ama bugünkü manzara akşam karanlıgında bir garip geliyordu. Sanki bedava ekmege , yiyecege saldırır gibi insanlar gelen otobüse binme telaşıyla peşinden koşuyorlar kapıya yapışıyorlardı.

Aç aç , şöför kapıyı aç . Bunun halk otobüsleri açısından anlamı , aç kapıları da tüm kapılardan içeri girelim. (bkz. resim 3) Sonrası malum içerde akbil , para trafiği. Arkadan onlarca adam binip, göndermeye başlayınca , şöföre ve akbil otomatına en yakın adamın mesaisi başlıyor. Arkadan binen adam , otobüsteki yolcular vasıtasıyla parasını , akbilini gönderiyor , öndeki gariban vatandaş 5 saniyede bir kart basarak kendisine atanan bu görevi yaklaşık 5 dakika boyunca icraa ediyor. Sade akbil olsa yine iyi, akbiller anahtarlıklarla beraber geliyor ön tarafa. Şıngır , mıngır , milletin ev , dükkan anahtarları , her stilde anahtarlıklar vs. Sonrasında elindeki akbillerin takıldıgı bu anahtarlıkları gerisin geri tekrar yolcular vasıtasıyla iade ediyor. Ne zor , ne gereksiz iş bu gerçekten. İstanbulda otobus kullanmaya başladıgım ilk zamanlarda, sabahları bunu bizzat yaşadım , malum otobüsün kapısına tam yapışamayıp en son binince , şöförün yanından ön cama yapışıp , bu basma görevi için en ideal adam oluyordum.Ding ding , ding ding (akbil basma sesi) 10-15 akbil basıyodum gunde...iyi iş :)

Sonrasında bu işi öğrenip, otobüs gelmeden gardımı alıyor ve en önce binenler arasında oluyordum ama bu akşam önce binmeyi bırakın , otobüse binmeyi beceremedim. Ne sıra var ne düzen var , otobüsün ışıklarını gördüğü anda duraktaki 200 kişi otobüsün duracağını tahmin ettiği yere göre bir ileri bir geri gidiyor. (bkz. resim 4) Adeta beyzbol topunu bekleyen , topu tutmak adına saga sola kıvrılan bir sporcu gibi , fakat bu topu yüzlerce kişi beklediği için otobüsün durduğu yerde bir kargaşa bir arbede oluyor ki sormayın. Şöför de bunu biliyor , onun gözüyle inanın duraga bakmak , yalandan durur gibi yapıp kendimi eglendirmek isterdim. Sahane bir sey olsa gerek. Belki de yapıyordur....Malum adam tum gun bu stresi cekiyor , hakkı canım...

Aç kapıyı aç, aç da girelim naraları devam ediyor. Belediye otobusunde bu durum halk otobusune benzemiyor, her kapıyı açma olayı burda sökmüyor tabi. Bir kapıya abanmak zorundasınız. Malum arkadan , ortadan girip , para ve akbil gonderme işini gariban şöför tek başına üstelenemeyecegi için , herkesin ön kapıdan , akbillerini kendi basarak girmesini istiyor. Haklı adam.Ama görseniz kral gibi de durakta, ben bile hastası oldum, lütfen aaaaaç ... Bugün az kaldı belediye şöförünü vatan haini ilan edeceklerdi . Adam açmıyor kardeşim. Neyse bizim vatandaşımız her türlü olaya adapte oluyor. O daracık kapıdan bir yığılmaya başlıyor ki sormayın. Aynen onlarca kişi kapıya yapışıyor. Sıra yok , kim araya kaçar da o delikten girme şansı bulursa içeriye giriyor. Millet birbirini itiyor . Bayanlar bir süre bu kalabalığa girmek istemeyince kapıdaki mücadele erkek sporu haline dönüşüyor ki o zaman laf atışmaları da başlıyor. Bugünkü ilk denememde tam bana sıra gelecekti ki , otobus kapı acık haraket etmeye başladı. Benzer, yaşanan durumlardan.... Bu arada önümdeki adam da tam binebilmiş değil, ısrarla kapıyı tutmuş, içeriye giremiyor. Ben de başlıyorum adamı sırtından itmeye , duraktakiler arasında mizahi bir ortam oluşuyor , gülmeye başlıyorlar .Ben adamı çekiçle çiviye vurur gibi , ite ite otobuse bindirmeye çalııyorum . yok !Yaw kardeşim şöför birazdan kapıyı kapatacak, Yoo adam ısrarlı, bindi ya bir kere... Sen kapat sen kapat diye sesleniyor şöföre . Şöför için hava hoş, nasıl olsa harakete geçti , kapıyı da kapatmaya başlıyor. İnsanımız öyle bir yap boz gibi ki , kapı kapandıgı anda , kapılardan taşan yolcular birbirlerine geçiveriyor, sorun kalmıyor. İnanmak elde değil ...

Yaklaşık 2 otobüs denemden sonra , 3. de ben de amacıma ulaşıp içeriye adım atabiliyorum. Halk otobusu ve on cama yapısan , akbil otomatının onundeki en genc adamım. Buyrun burdan yakın , tum kapılarından milletin akın ettiği halk otobusunde , kart gondermeler başlıyor. Anahtarlıklara takılı şıngır şıngır ilerleyen akbiller elime ulaştı , kaçış yok , teker teker basacagız kartları el mahkum. Tam bir iş, 7-8 dakika alıyor. Bitenleri geri iade ediyoruz...

Bu arada bendenizin elinde 1 canta , sırtında dizüstü bilgisayar. Diğer elimde akbiller , paralar vs. Ayagımı koyacak yer yok ama bu cantaları da sıgdırabilecek bir yer yaratıyorum kendime. Otobüs o kadar dolu ki , elimle bir yerlere tutma ihtiyacı bile duymuyorum.Sagolsunlar o kadar sıkışmışlar ki , benim icin hazırlanmıs kalıp icine girmiş gibiyim. Adeta ayakta bekleyen kundaklanmıs bebek gibiyim :) Bazı aralar , dur kalktan sallanıp , ondeki arkadakini rahatsız ettiğim durumlar oluyor ,işte o aralar normal demire uzanamadıgım icin , kaptan şöförümüzün koltugunu tutuyorum. O arada yine şöföre yapışık vaziette duran polis bey beni görüyor, kardeş beni tut beni diyor. Adamın kolunu , kafasını tutamaç olarak kullanmaya başlıyorum. Baktık , tutunacak yer var , çantaları da yerleştirdik, daha ayrıntılı anlatmak adına fotograf makinamı çıkartmaya yelteniyorum. Başarılı da oluyorum , başlıorum otobusu cekmeye. (Bkz. resim 5)

En dikkat çekici cümlelerden biri " Türkiye ,lütfen geriye doğru ilerleyiniz". (bkz resim 6) Hakikaten ulaşımın bu noktaya geldiği durumda , ülkenin ileriye doğru ilerlemesi çok mümkün mü? O zaman durmak yok yola devam ediyoruz. Biliyorsunuz emniyet şeritleri olayı başladı istabulda. Bizim otobüs için emniyet şeridi uygulaması mı ? O da ne? (bkz resim 7)

Gişelere yaklaşık yarım saat sonra ulaşıyoruz. Otobüsümüzde OGS falan yok. Bir de seçtiğimiz gişede KGS bozulmuş mu ? Şöförümüz tarzan edasıyla gişe görevlisine parayı uzatıyor(bkz resim 8) , ve başarı ile köprüye giriş yapıyoruz.

Bu arada kapı girişine son dakikada binen , kapı camlarına sıkışık vaziyette duran teyze , "şöför bey , kalöriferi kapatın " demez mi? Zaten insanlar gergin. Teyze ne kalöriferi bu sıcakta , 40 kişilik otobuse 95 kişi binersen , çıkan nefeslerden kalöriferi bırak cehenem etkisini hissedersiniz. Zaten otobüse bindigimde oyle bir nem ve sıcak vurdu ki yuzume , sanki hamama giriyoruz. Hoşgeldiniz , peştemal ve hamam tasınız yan tarafta:) Şöför başta teyzeye sinirleniyor , sorasında sakinleşiyor. Enterasan olan noktalardan biri , "şöförle konuşmayınız" olayına rağmen , şöför bizden daha çok konuşuyor. 5 dakikada benle muhabbet etmek zorunda kaldı ,elde foto , bir yerleri tutmadan sallanıp durunca, bazı uyarılarla karşı karşıya kaldım tabiki ....

Otobus kopruden hızlıca geçiyor ve Kavacıka ulasıyor. Kavacıkta bizi bir tabur insan bekliyor. Otobus gelse de binsem diyen benzer yuzlerce insan. O anda otobusun icinden , inecek bir yolcu edasıyla baktıgımda korkuyorum. Arkaya ilerleyemiyorum , onden inecegim. Eeee sofor , bir de arka kapıları acmaz ise , inenlerle binecekler birbirine yapısacak. Geliyoruz duraga , bekleyenlerin gozleri fal tası gibi acılıyor. Bir tabur insan yavas yavas haraketleniyor. Acaba otobusumuz nerde duracak diye hazır kıta beklemedeler. Yavaşlıyoruz, otobuse yapışıyorlar , bizle beraber ilerliyorlar...ve duruyoruz , kapı açılıyor. Hoşgeldin Ömürden kavacıga. İnemiyorum , millet de binemiyor. Yaw kardeşim acın da inelim. Sürtüne sürtüne atıyorum kendimi otobusten. Kavacıktakiler biraz daha hırcın , belediye otobusune actırtıyorlar diger kapıları da , Allah yardımcıları olsun. Hele de benim yerime gecen akbilci yolcuya ...

Nefes almak , dısarıya cıkmak ne guzel duyguymus!

Leventten Kavacıga bir duraklık , belki de 5 dakikalık yolculuk , 45 dakikalık ve 10 paragraflık bir hikayeye donsuyor. Devamı da gelir ama istanbul trafigi gibi daha da uzatmaya gerek yok, burada keseyim simdilik.

Gecen sene de benzer trafik olaylarını hatta cozum onerilerini tartısmıstık. Bu sehirde o kadar cok hikaye var ki :) Cozulene kadar devam anlatmaya!

İstanbul guzel ammaa aaa , trafigi pek yaman .

Haydi Turkiyem ilerle ... Arkaya dogru ilerle de onden rahat rahat binelim otobuse...

iyi haftasonları





1 comment:

MARTI said...

Omurden, bir de Kahire'de yaşadığını hayal etsene! :) Istanbul trafigi bazen cok masum kaliyor yaninda! Ama kimse bizim IETT'lerimizi gecemez tabi! :)