Tuesday, December 30, 2008

Karadeniz'de pide keyfi

Bayram için Samsun’a gittiğimde, tekrardan eski günlerdeki gibi pidelerin yendiği bir Pazar günü geçirdim. Kısaca, bu lezzetiyle ülke genelinde bilinen Samsun Pidesi nasıl hazırlanır onun hikâyesini anlatmak istiyorum. Şunu da baştan söylemek de yarar var. Ne kadar Samsun pidesi desem de, bizim ailecek yaptırdığımız, uzun pide yerine kayık şeklinde yapılan Tirebolu pidesidir aslında.

Pazar günleri Karadeniz’de pide günüdür. Samsun’un doğusu bugün kalkar kalkmaz pide malzemelerini hazırlar ve fırının yolunu tutar. Samsun’un en ünlü fırını Cunhuriyet fırınına gideriz bizler. Pide içi hazırlanmış, kaplara konmuş. Çıkacak pide sayısı kabaca hesaplanmış ve fırın ustasına söylencek şekilde hazır hale getirilmiştir.



Fırında genelde mevcut müşteriler sohbet halinde olurlar. Genelde bayların iştirak ettiği bu ortam memleket problemlerinin tartışıldığı mekâna dönüşür. Malum sıra alınıp beklemeye geçilince, eve tekrar dönmeyen kalabalık orda sohbete dalmayı tercih eder. Benim için en güzel yanlarından biridir bu sohbetler.

Sıra gelene kadar, farklı tarzda pideleri görme şansınız olur. Pidesi hazır olan tepsisini ustaya uzatır, usta keser biçer doğrar, tepsiye koyar pideleri. Farklı tarzda ve şekilde diyorum çünkü, malum her yiğidin tad alması farklı. Köken Tirebolu olunca, uzun Samsun pideleri yerine bizim tarzımız kayık şeklinde hazırlanan, içinde kıyma veya peynir dışında başka şeyler olmayan tarzdır. Biz içine yağı, yumurtayı evde hazırlar, koyarız.



Bu pide hazırlama, sıra bekleme, sohbet muhabbet derken 1 saati alır. O arada sohbet dışında günlük gazeteler alınır, pide ustasının anıları da dinlenir. Ne kadar anım vardır o Cumhuriyet fırının taş fırınının önünde. Ey gidi günler… Ha bu arada taş fırın olmalıdır pidenin yapıldığı yer, yoksa o farklı tadı alamazsınız, yapmacık olur zira diğer elektronik ocaklarda. Hamuru da önemlidir ayrıca, bitme riski de vardır geç gidildiğinde. Erken gelen en güzel hamuru kapar.

Pidelerimiz 1 saat sonra hazır hale gelir. O arada usta küreğiyle birkaç kere dışarı çıkarır pideleri, kontrol eder, döndürür ki eşit oranda ve güzel kızarsınlar. Tamamen hazır hale gelince teker teker atar fırının önüne. Evde yağını yumurtasını içine koyacağımız için biz kestirmeyiz pideleri. İlk başta Samsun’da garip gelmişse de, bu alışkanlığımızı öğrenmiştir ustamız, sorun olmaz.

Tepsiye koyulan pideler, güzelce sardıktan sonra evin yolu tutulur. Eve de önceden telefon açılır, amaç gelir gelmez içine koyulacak ilave malzemeler hazır olsun ki hemen başlayalım yemeye. Zira soğuyan pideden tadı iyi bir şekilde alamazsınız. Neyse zaman kaybetmeyelim bu yorumlarla.



Eve gelir gelmez, içine hazırlanan yağda yumurtalar eklenir. Çaylar hazırlanır. Sofra tam kıvamında oturulmak üzere hazırdır. Muhabbet edilmeden başlanır yenmeye çıtır çıtır pideler. Çatal bıçak asla kullanılmaz. Malum yağı, yumurtasıyla biraz daha akışkan hale gelen pideler ağza götürülürken damla damla yağların tabaklara damlaması gerekir. İşte o an şahanedir. Tadın doruklara ulaştığı hazzı yaşarsınız yerken. Çayı da yudumlarsınız ardına, demeyin keyfinize. Kısa sürmez yemesi. Biter ikinciyi alırsınız. Tekrar içini doldurursunuz. Tekrar mideye.








Ardından olanlar, yerkenki kadar keyifli olmaz. Mide şişmiştir, haraket dahi etmeye üşenen bünye televizyon karşısına çöküverir. Belki bir gazete okumaya yeltenirsin onu da başaramadan yığılır kalırsın koltuğa. Sonra aileden biri birden gaza gelir ve dışarı çıkma teklifinde bulunur. Biraz yürümek şarttır artık o kadar yedikten sonra. Samsun sahilleri bu yürüyüşü bekler. Biraz deniz kokusu, biraz temiz hava derken atarsın kaloriyi. Züğürt tesellisi ama işe yarar.

Bir Pazar Samsun’da böyle geçer. Bekleriz bir gün misafirliğe….

Sunday, November 02, 2008

Haydi Türkiye İlerle- Istanbul'da bir Otobüs Hikayesi















Cuma günü Beylikdüzünden Kavacık'a muhteşem bir yolculuğum oldu. Elimden geldiğince paylaşmak istiyorum.

Malumunuz İstanbulumuzun iki önemli otobanı var. Birisi E5 , diğeri de E6 da denilen TEM (trans european motorway) . Birincisi ilk köprüye bağlanırken , diğeri ikinci köprünün ayağına götürüyor sizi. İşte böyle bir karar aşamasında , hızlı bir ulaşım için biz de boş olacagını tahmin ettiğmiz TEM üzerinden yola koyulduk. Öncesinde belediyemizin bangır bangır saga sola yazdıgı ve bilgilendirme yaptıgı IBB mobil uzerinden de yol testimizi yaptık. Dur kalk dur kalk , Levent sınırlarına kadar ulastık. Ortalama 25 km , 40 km , ve 50 km'ler derken Levent'e girişte ortalama hızımız 5 'e düştü. Ondan sonra ilgiç ve bir nokta da alışılagelmiş İstanbul trafiği maceramız başladı. Gidemiyoruz , yani araç ilerlemiyor. Serit değiştiriyoruz , ordan öbür tarafa kayıyoruz yok. Aralara giriyoruz yine yüzlerce araba yerinde sayıyor. Ortalama km 0'ı buldu... (Bkz. Resim 1 , su kaynatan arabalar, Resim 2 trafikte ilerliyoruz

Malum araç sahibi arkadaşın, mecburi aracı hedefe götürmesi gerekiyor. El mahkum arabada bekleyeck. Bendenizin öyle bir sıkıntısı olmadığı için arabadan inip, ikinci köprüden geçeck bir otobüse atlama alternatifini gerçekleştirme yoluna koyuluyorum. Ayıp oldu ama atlayıp çıkıyorum arabadan. Durağa geçtiğimde hayatımda görmediğim bir durak kalabalığıyla karşılaşıyorum. Yaklaşık 200-250 kişi iş bankası genel merkezi önündeki durakta aynı otobüsü beklemekte ve otobüs bir türlü gelmiyor. Benzer durumları sabahları Kavacık -Kozyatagı arasında , otobus seferlerinde yaşanan sıkıntılı günlerde de , görmüştüm ama bugünkü manzara akşam karanlıgında bir garip geliyordu. Sanki bedava ekmege , yiyecege saldırır gibi insanlar gelen otobüse binme telaşıyla peşinden koşuyorlar kapıya yapışıyorlardı.

Aç aç , şöför kapıyı aç . Bunun halk otobüsleri açısından anlamı , aç kapıları da tüm kapılardan içeri girelim. (bkz. resim 3) Sonrası malum içerde akbil , para trafiği. Arkadan onlarca adam binip, göndermeye başlayınca , şöföre ve akbil otomatına en yakın adamın mesaisi başlıyor. Arkadan binen adam , otobüsteki yolcular vasıtasıyla parasını , akbilini gönderiyor , öndeki gariban vatandaş 5 saniyede bir kart basarak kendisine atanan bu görevi yaklaşık 5 dakika boyunca icraa ediyor. Sade akbil olsa yine iyi, akbiller anahtarlıklarla beraber geliyor ön tarafa. Şıngır , mıngır , milletin ev , dükkan anahtarları , her stilde anahtarlıklar vs. Sonrasında elindeki akbillerin takıldıgı bu anahtarlıkları gerisin geri tekrar yolcular vasıtasıyla iade ediyor. Ne zor , ne gereksiz iş bu gerçekten. İstanbulda otobus kullanmaya başladıgım ilk zamanlarda, sabahları bunu bizzat yaşadım , malum otobüsün kapısına tam yapışamayıp en son binince , şöförün yanından ön cama yapışıp , bu basma görevi için en ideal adam oluyordum.Ding ding , ding ding (akbil basma sesi) 10-15 akbil basıyodum gunde...iyi iş :)

Sonrasında bu işi öğrenip, otobüs gelmeden gardımı alıyor ve en önce binenler arasında oluyordum ama bu akşam önce binmeyi bırakın , otobüse binmeyi beceremedim. Ne sıra var ne düzen var , otobüsün ışıklarını gördüğü anda duraktaki 200 kişi otobüsün duracağını tahmin ettiği yere göre bir ileri bir geri gidiyor. (bkz. resim 4) Adeta beyzbol topunu bekleyen , topu tutmak adına saga sola kıvrılan bir sporcu gibi , fakat bu topu yüzlerce kişi beklediği için otobüsün durduğu yerde bir kargaşa bir arbede oluyor ki sormayın. Şöför de bunu biliyor , onun gözüyle inanın duraga bakmak , yalandan durur gibi yapıp kendimi eglendirmek isterdim. Sahane bir sey olsa gerek. Belki de yapıyordur....Malum adam tum gun bu stresi cekiyor , hakkı canım...

Aç kapıyı aç, aç da girelim naraları devam ediyor. Belediye otobusunde bu durum halk otobusune benzemiyor, her kapıyı açma olayı burda sökmüyor tabi. Bir kapıya abanmak zorundasınız. Malum arkadan , ortadan girip , para ve akbil gonderme işini gariban şöför tek başına üstelenemeyecegi için , herkesin ön kapıdan , akbillerini kendi basarak girmesini istiyor. Haklı adam.Ama görseniz kral gibi de durakta, ben bile hastası oldum, lütfen aaaaaç ... Bugün az kaldı belediye şöförünü vatan haini ilan edeceklerdi . Adam açmıyor kardeşim. Neyse bizim vatandaşımız her türlü olaya adapte oluyor. O daracık kapıdan bir yığılmaya başlıyor ki sormayın. Aynen onlarca kişi kapıya yapışıyor. Sıra yok , kim araya kaçar da o delikten girme şansı bulursa içeriye giriyor. Millet birbirini itiyor . Bayanlar bir süre bu kalabalığa girmek istemeyince kapıdaki mücadele erkek sporu haline dönüşüyor ki o zaman laf atışmaları da başlıyor. Bugünkü ilk denememde tam bana sıra gelecekti ki , otobus kapı acık haraket etmeye başladı. Benzer, yaşanan durumlardan.... Bu arada önümdeki adam da tam binebilmiş değil, ısrarla kapıyı tutmuş, içeriye giremiyor. Ben de başlıyorum adamı sırtından itmeye , duraktakiler arasında mizahi bir ortam oluşuyor , gülmeye başlıyorlar .Ben adamı çekiçle çiviye vurur gibi , ite ite otobuse bindirmeye çalııyorum . yok !Yaw kardeşim şöför birazdan kapıyı kapatacak, Yoo adam ısrarlı, bindi ya bir kere... Sen kapat sen kapat diye sesleniyor şöföre . Şöför için hava hoş, nasıl olsa harakete geçti , kapıyı da kapatmaya başlıyor. İnsanımız öyle bir yap boz gibi ki , kapı kapandıgı anda , kapılardan taşan yolcular birbirlerine geçiveriyor, sorun kalmıyor. İnanmak elde değil ...

Yaklaşık 2 otobüs denemden sonra , 3. de ben de amacıma ulaşıp içeriye adım atabiliyorum. Halk otobusu ve on cama yapısan , akbil otomatının onundeki en genc adamım. Buyrun burdan yakın , tum kapılarından milletin akın ettiği halk otobusunde , kart gondermeler başlıyor. Anahtarlıklara takılı şıngır şıngır ilerleyen akbiller elime ulaştı , kaçış yok , teker teker basacagız kartları el mahkum. Tam bir iş, 7-8 dakika alıyor. Bitenleri geri iade ediyoruz...

Bu arada bendenizin elinde 1 canta , sırtında dizüstü bilgisayar. Diğer elimde akbiller , paralar vs. Ayagımı koyacak yer yok ama bu cantaları da sıgdırabilecek bir yer yaratıyorum kendime. Otobüs o kadar dolu ki , elimle bir yerlere tutma ihtiyacı bile duymuyorum.Sagolsunlar o kadar sıkışmışlar ki , benim icin hazırlanmıs kalıp icine girmiş gibiyim. Adeta ayakta bekleyen kundaklanmıs bebek gibiyim :) Bazı aralar , dur kalktan sallanıp , ondeki arkadakini rahatsız ettiğim durumlar oluyor ,işte o aralar normal demire uzanamadıgım icin , kaptan şöförümüzün koltugunu tutuyorum. O arada yine şöföre yapışık vaziette duran polis bey beni görüyor, kardeş beni tut beni diyor. Adamın kolunu , kafasını tutamaç olarak kullanmaya başlıyorum. Baktık , tutunacak yer var , çantaları da yerleştirdik, daha ayrıntılı anlatmak adına fotograf makinamı çıkartmaya yelteniyorum. Başarılı da oluyorum , başlıorum otobusu cekmeye. (Bkz. resim 5)

En dikkat çekici cümlelerden biri " Türkiye ,lütfen geriye doğru ilerleyiniz". (bkz resim 6) Hakikaten ulaşımın bu noktaya geldiği durumda , ülkenin ileriye doğru ilerlemesi çok mümkün mü? O zaman durmak yok yola devam ediyoruz. Biliyorsunuz emniyet şeritleri olayı başladı istabulda. Bizim otobüs için emniyet şeridi uygulaması mı ? O da ne? (bkz resim 7)

Gişelere yaklaşık yarım saat sonra ulaşıyoruz. Otobüsümüzde OGS falan yok. Bir de seçtiğimiz gişede KGS bozulmuş mu ? Şöförümüz tarzan edasıyla gişe görevlisine parayı uzatıyor(bkz resim 8) , ve başarı ile köprüye giriş yapıyoruz.

Bu arada kapı girişine son dakikada binen , kapı camlarına sıkışık vaziyette duran teyze , "şöför bey , kalöriferi kapatın " demez mi? Zaten insanlar gergin. Teyze ne kalöriferi bu sıcakta , 40 kişilik otobuse 95 kişi binersen , çıkan nefeslerden kalöriferi bırak cehenem etkisini hissedersiniz. Zaten otobüse bindigimde oyle bir nem ve sıcak vurdu ki yuzume , sanki hamama giriyoruz. Hoşgeldiniz , peştemal ve hamam tasınız yan tarafta:) Şöför başta teyzeye sinirleniyor , sorasında sakinleşiyor. Enterasan olan noktalardan biri , "şöförle konuşmayınız" olayına rağmen , şöför bizden daha çok konuşuyor. 5 dakikada benle muhabbet etmek zorunda kaldı ,elde foto , bir yerleri tutmadan sallanıp durunca, bazı uyarılarla karşı karşıya kaldım tabiki ....

Otobus kopruden hızlıca geçiyor ve Kavacıka ulasıyor. Kavacıkta bizi bir tabur insan bekliyor. Otobus gelse de binsem diyen benzer yuzlerce insan. O anda otobusun icinden , inecek bir yolcu edasıyla baktıgımda korkuyorum. Arkaya ilerleyemiyorum , onden inecegim. Eeee sofor , bir de arka kapıları acmaz ise , inenlerle binecekler birbirine yapısacak. Geliyoruz duraga , bekleyenlerin gozleri fal tası gibi acılıyor. Bir tabur insan yavas yavas haraketleniyor. Acaba otobusumuz nerde duracak diye hazır kıta beklemedeler. Yavaşlıyoruz, otobuse yapışıyorlar , bizle beraber ilerliyorlar...ve duruyoruz , kapı açılıyor. Hoşgeldin Ömürden kavacıga. İnemiyorum , millet de binemiyor. Yaw kardeşim acın da inelim. Sürtüne sürtüne atıyorum kendimi otobusten. Kavacıktakiler biraz daha hırcın , belediye otobusune actırtıyorlar diger kapıları da , Allah yardımcıları olsun. Hele de benim yerime gecen akbilci yolcuya ...

Nefes almak , dısarıya cıkmak ne guzel duyguymus!

Leventten Kavacıga bir duraklık , belki de 5 dakikalık yolculuk , 45 dakikalık ve 10 paragraflık bir hikayeye donsuyor. Devamı da gelir ama istanbul trafigi gibi daha da uzatmaya gerek yok, burada keseyim simdilik.

Gecen sene de benzer trafik olaylarını hatta cozum onerilerini tartısmıstık. Bu sehirde o kadar cok hikaye var ki :) Cozulene kadar devam anlatmaya!

İstanbul guzel ammaa aaa , trafigi pek yaman .

Haydi Turkiyem ilerle ... Arkaya dogru ilerle de onden rahat rahat binelim otobuse...

iyi haftasonları





Friday, October 17, 2008

ListEM dünyaları paylaşıyor-GezerEM













ODTÜ'lü Endüstri Mühendisliği mezunları TecrübEM tecrübesinden sonra şimdi de "Dünyaları Paylaşmak" adına GezerEM projesiyle ortak çalışmalara başladı.

İlk toplantı , İstanbul ODTU mezunları derneğinde

1-Ömürden Sezgin
2-Bilal Özerol
3-Feridun Sarıhan
4-Gözde Akyol
5- Esra Uysal
katılımlarıyla , keyifli bir akşam sohbetiyle gerçekleşti.















Toplantı fotoları

Proje brifinin hazırlanmasının yanı sıra , projenin gerçekleştirilmesi adına yol haritası , ve görev dağılımları yapıldı.

Yeni öğrencileri GezerEM için bu bilgi birikiminin gücüne ve motivasyonuna inançları sonsuz. Bu sene onu da Haziran ayında mezun edip , bu işi geleneksel hale getirmek , Türkiye'de yeni bir örnek proje daha gerçekleştirmek istiyorlar.

Yazılarınızı bekliyoruz...

25 Kasım 2008- Yazı önerileri ve özetler
13 Şubat 2009- Yazıların teslimi

iletişim : gezerem@gmail.com

Sunday, August 31, 2008

TecrübEMlerini anlattılar

















Hurriyet IK-31 Agustos 2008

Siyaset ve iş dünyasından 50 ODTÜ’lü Endüstri Mühendisi bir araya gelip iş ve özel yaşantılarından kesitler sunan TecrübEM kitabını yazdı. Herkes kendi kariyer hikayesini, ODTÜ’lü ve endüstri mühendisi olmanın avantajlarını, endüstri mühendisliğinin o zamanki algılanış şeklini, kariyer hikayelerini ve anılarını anlattı.

Bir senelik bir çalışma ile Haziran sonunda basılan kitap, hayata ve kariyere dair tavsiyelere ihtiyacı olanlara ve endüstri mühendislerinin ne iş yaptığını merak edenlere hitap ediyor. Marka Danışmanı ve TecrübEM Yayın Kurulu Üyesi Güven Borça ile TecrübEM’i ve Endüstri Mühendisliği mesleğini konuştuk.

ODTÜ’lü elektronik mühendisleri olarak bir araya gelip tecrübelerinizi kitaplaştırmaya nasıl karar verdiniz?

Bunda ODTÜ’lü Endüstri Mühendislerinin sanal paylaşım ortamı ListEM’in payı büyük. On yıl önce bölüm hocalarımızdan Erol Sayın tarafından kurulan ListEM, internet olanaklarını etkili bir biçimde kullanarak çok güçlü bir iletişim ve etkileşim ortamına dönüştü. Şu an 1.700’ü aşan üyesiyle, ListEM mezunlarının yarısından fazlasının günlük olarak iletişim içerisinde olduğu bir platform durumunda. Bu topluluk, çok sayıda alt grup üzerinden etkinliğini hızla geliştiriyor. Topluluk bu 10 senelik zamanda, kendi içinde, birçok alt marka, birçok ortak ürün yarattı. ListEM’in dışa açılan yüzü ve toplumun diğer kesimleriyle irtibatta olmasını sağlayan e-ortamı SistEM, İstanbul’daki mezunların, 6 senedir kesintisiz olarak her ayın üçüncü salısı, ortalama 60 kişiyle, İstanbul’un farklı mekanlarında organize ettiği ve buluştuğu İstEMbul’lar (İstanbuldaki Endüstri Mühendislerinin Buluşması) ListEM’in bu zamana kadarki ana iki ürünüdür. Bu buluşmalar sadece İstanbul’la sınırlı değil, birçok büyük ilde de yılda birkaç kez yüksek katılımlı buluşmalar yapılıyor. TecrübEM de, bu oluşan yararlı bilgi birikiminin ve yaşanan tecrübelerin paylaşılması fikriyle yola çıkılarak, ListEM’in son ve gözde ürünü olarak hayat buldu. Her ürünümüzün son iki harfini EM yapmak da bir tür markalaşma çabası.

Fikir kimden çıktı?

Kitap fikri, genç mezunlardan Ömürden M.Sezgin’in neden bir kitap çıkartmıyoruz mesajı ile başladı, benim de yer aldığım, Bahadır Akın, Nezih Yaşar, Erol Sayın ve Gencer Özkazman’dan oluşan yayın kurulunun emekleriyle hayata geçirildi. Politikacısından akademisyenine, yöneticisinden yeni mezununa, gezgininden sanatçısına birçok ODTÜ’lü Endüstri Mühendisi’nin yararlı bilgi birikimlerini yazılı hale getirme ve toplumun diğer kesimleriyle paylaşma olanağı oluşturan ortak bir ürüne dönüşmüşmenin yanında, ODTÜ burs fonuna gelir sağlayan bir sosyal proje haline de geldi. Proje, daha iyisini bulursak, adını değiştireceğimizi varsayarak "tecrübEM" kod adıyla başlamıştı. Geldiğimiz noktada öyle alışmıştık ki; değiştirmeye gücümüz yetmedi. TecrübEM’i basıp raflara koyduk.

Kitap hikayelerini yazan kişiler nasıl belirlendi?

Kitapta yazar olma tamamen gönüllü idi. Bu projeye geçen sene ağustos ayında hedefimize yönelik hazırladığımız bir brifi ListEM’le paylaşarak başladık. Amacımız çeşitli sektörden, çeşitli dönemlerden, çeşitli hayat hikayelerinden oluşan renkli bir paylaşım kitabı oluşturmaktı. O nedenle yazar seçimi açısından bir kısıtlamamız olmadı. Her türlü destek vermek isteyen mezunumuz kitapta yazma şansı buldu. Tabii ki yayın kurulu gelen tüm yazıları kabul etmedi, elemeler yaptı.


Aksiyon bekliyorlar
Siz ODTÜ’lü olmayı, ODTÜ Endüstri Mühendisi olmayı nasıl tanımlıyorsunuz?

ODTÜ’lü olmayı bir cümleyle tanımlamak gerçekten zor ama benim açımdan baktığınızda, ODTÜ’lü olmak sosyal sorumluluk sahibi olmak, örgütlü bir mücadele içinde etrafta olup bitenlere tepkisiz kalmamak ve topluma faydalı olmak için özveri ile çalışmak demek. ODTÜ’nün geçmişinden gelen bir kültürü ve mirası bu aslında. Bu noktada, örnek olabilecek birlikteliği yaratmış olan ODTÜ’lü Endüstri Mühendisleri de meslektaşların oluşturduğu bir mezun grubundan çok, ODTÜ kültürünü en iyi şekilde devam ettiren, tartışan, sosyal fayda yaratan, başarıları ile ülkeye ve dünyaya yarar sağlamaya çalışan bir sosyal topluluk olmuşlardır. Bu açıdan ODTÜ’lü Endüstri Mühendisliği bölümünün bir parçası olmak hem topluma hem de ülkeye faydalı, bilinçli bir birlikteliğin parçası olmak demektir.

ODTÜ Endüstri Mühendisliği’nde okumanın size kattığı en önemli değer neydi?

Sistem yaklaşımı ve sistem düşüncesi, endüstri mühendisliği eğitiminde kazandığım en önemli iki olgudur. Bu iki olgu, diğer mühendislik disiplinlerinden, endüstri mühendisliğini farklılaştıran, benim de tüm iş yaşamımda en büyük fayda sağladığım noktalardandır.

Siz ODTÜ’ye girdiğiniz dönemde endüstri mühendisliği meslek olarak ne kadar biliniyordu? Mesleğin şimdiki algılanışı nasıl?

Ben ODTÜ’ye girdiğimde (1980) endüstri mühendisliği mezunları iş hayatında yeni yeni kendilerini hissettiriyorlardı. Kitapta da yetmişli yıllarda mezun olan meslektaşlarımızın yaşadığı ilginç anılar mevcut. Açıkçası o günden bugüne büyük gelişme gösterdi ve bugün endüstri mühendisleri, özellikle de arkasında ODTÜ markası varsa hem endüstrinin, hem de memleketin ciddi beklentiler içinde olduğu bir meslek grubu haline geldi. Ülke insanları karamsarlığa kapıldıkça ODTÜ’lülerden yeni aksiyonlar bekliyor. Böyle bir güven ve beklenti sağladığımızı düşünüyorum. Aslında bunu hayatın her alanında önemli başarılar kazanmış mezunlarımız yarattı. Kitapta da yer alan Ali Dinçer, İlhan Kesici gibi politikacılar; Turgut Uzer, Hasan Yılmaz, Çağlayan Arkan gibi yöneticiler; Cemalettin Taçcı gibi düşünürler, sanatçılar, sivil toplum gönüllüleri toplumda belli bir güven yaratıp, renkli bir kitle oluşturdular.

ODTÜ Endüstri mühendisliği mezunları şimdi ne yapyor? Hangi alanlarda çalışıyorlar?

Klasik tanımıyla, endüstri mühendisliğinin çalışma alanları eskiden üretim faaliyetleri ile kısıtlı idi, ancak günümüzde endüstri mühendisliğinin ilgi alanına her türlü sistem içerisinde yer alan insan faaliyeti giriyor. Bu açıdan, günümüzde çok çeşitli alanlarda çalışma ve fayda yaratma şansını bulmuş bir disiplindir. Seçkin kamu kuruluşlarında mezunlarımız sorumlu mevkilerde çalışıyorlar. Bunun yanında mezunlarımızın kısa sürede yönetim kademelerine yükseldiklerini veya kendi işlerini kurduklarını görüyoruz. Bir bölümü de çalışmalarını Türkiye’nin ve dünyanın önde gelen seçkin üniversitelerinde öğretim üyesi olarak sürdürüyorlar.


Güven Borça kimdir
ODTÜ Endüstri Mühendisliği mezunu olan Güven Borça (46) iş yaşamına Eczacıbaşı İpek Kağıt’ta başladı. Önce Ürün Geliştirme Mühendisi, daha sonra Ürün Sorumlusu olarak görev aldı. Colgate-Palmolive şirketinde 6 yıl Ürün Müdürü, Grup Müdürü, Pazarlama Müdürü pozisyonlarında görev aldı. Öte yandan Colgate-Palmolive’in global eğitimcileri arasına katıldı, bu konuda yurtdışında kurslar gördü. 1991’de marka konulu ilk makalesini yayımladı. 1997 yılından bu yana marka danışmanlığı yapan Borça, Markam AŞ’nin kurucu ortağı ve yöneticisi.


Endüstri mühendisi ne iş yapar
Endüstri mühendisliği en bilinen tanımıyla, ’zaman, mal ve hizmet üretiminde para, insan gücü ve diğer kısıtlı kaynakların en verimli biçimde kullanılmasını amaçlayan mühendislik dalı’dır. Bir değer yaratmak amacı ile üretim ve hizmet sistemlerinin tasarlanması, oluşturulması, geliştirilmesi; tedarikçilerin, paydaşların, müşterilerin ve toplumun memnuniyetine dönük olarak işletilmesi, yönetilmesi için analiz, planlama ve modelleme tekniklerinin öğretildiği bir disiplindir.


En başarılı oldukları alan yönetim
Endüstri mühendisleri insanın olduğu her bir sistemde görev alma, fayda yaratma şansı buluyorlar. Bu, politikadan enerjiye, bilişimden üretime kadar birçok alanı kapsıyor. En başarılı olduğu veya başarılı olması gerektiği alan belki de yönetim ve yönlendirme konusundadır. İyi bir sistem analisti ve model tasarımcısı olan endüstri mühendisleri, yaratıcı ve araştırmacı yönleriyle belki de en çok bu konuda ülkeye katkı sağlamalıdırlar.

Wednesday, July 16, 2008

KahvEM'de imza günü



Bu gece , her ayın 3. salısı yapageldiğimiz İstEMbul buluşmalarından birini yerine getirdik. Kahve sohbeti ile dolu gecede , gerçekten keiyf dolu alar yaşandı. TecrübEM yazarlarının katılımıyla ,imza şölenine dönen gecede hoş sohbetler , yeni projeler konuşuldu. Çok güzel bir geceydi...

Bu arada TecrübEM'in de artık bir blogu var. Her türlü gelişmeyi burdan takip edebilir ve kitap hakkındaki yorum ve önerileri burdan toplayabiliriz.

Tecrubem Blog

iyi geceler , bol kahveli günler...

Thursday, June 19, 2008

TecrübEM kitabı tüm kitapevlerinde ve internette satışta!


















ODTÜ'lü Endüstri Mühendislerinin iş ve yaşam hikayelerinden kesitler sunan TecrübEM kitabı basıma hazır, tanıtımı 28 haziran günü ODTÜ mezunlar gününde yapılacak. Dolu dolu ve yoğun geçen bir yıllık çalışmanın ardından, Türkiye ve ODTÜ'de ilk olacak bu ortak eserin faydalı ve yönlendirici kaynak olması dileğiyle...Tüm ODTÜ EM mezunlarını , tanıtım yapılacağı BaşkentliEM toplatısındaki bu tarihi geceye bekliyoruz.
TecrübEM nasıl mezun oldu:

GazeteODTUlu TecrübEM haberi


http://picasaweb.google.co.uk/tecrubEM/TecrubEM


















"TecrübEM", the common book project of METU industrial engineering alumnus which is about their life and work experiences has already been published. Introduction and presentation of the book will be held in METU on June 28th. All METU IE graduates are welcomed to this historic event! Hope to see all of you!

TecrübEM story : http://picasaweb.google.co.uk/tecrubEM/TecrubEM

Ömürden M. SEZGİN
ODTÜ EM '04

Saturday, May 17, 2008

Ömürden 6 ay ne çabuk da geçiverdi?



Öncelikle Atatürk'ün şehri Samsun'dan kocaman selamlar, ne talih ki, ben de sivil hayata ilk adımımı 19 Mayıs günü Samsuna çıkarak atıyorum. Kutlu olsun!

Askerlikle ilgili son TecrübEM i de bu vesileyle aktarayım. Son anılardan sonra pek bir değişiklik olmayınca , kalan günler adeta dejavu tarzında geçti. Kalkılacak .kalk , kahvaltı yapılacak , yap , içtimaya çıkılacak çık …. Ve yatılacak yatla biten kocaman ve uzun günler birbirini kovaladı. Bu süre zarfında sürekli kullanılagelen birkaç standart cümleyi bir " asker sözlüğü" hazırlayarak yeni geleceklerle paylaşmak, çoktan bitirmiş olanlara da bir anı niteliğinde hatırlatmak isterim.

Asker Sözlüğü

Emredersiniz : En önemli anahtar kelime. Anahtar kelime diyorum , çünkü her kapıyı açmanın yanında , üzerinize aniden gelen kapıyı da hafif sıyrıklarla atlatma şansını veriyor. Ağzımdan düşürmedim.

Komutanım: Askerler dışında kalan diğer kişilere verilen ad. İsimle hitap etmek yok , herkesin ismi bu. Zaten onlar da kendi aralarında bu şekilde anlaşıyorlar. Yukarda anlatılan "emredersiniz" kelimesiyle yan yana olması en muhtemel kelime. Çokca kullandım , herhalde sayısı milyona ulaşmıştır.

Devrem: Aynı zamanda askere gelen kişilerin birbiri arasında samimiyeti ifade etmesi açısından önemli bir hitap tarzı. Bu lafı duyan karşı tarafa , iş yaptırma bir nebze de olsa hatır açısından etki yaratabiliyorsunuz. Kısa dönemler arasında pek kullanılmadığı için işime çok yaramadı.

Toprağım : Rütbe ne olursa olsun , aynı memleketten gelen askerler arasında samimiyeti gösteren bir hitap tarzı. İş yaptırma konusunda yakın olmak açısından etkili oldu. Samsun ,Giresun ,Tirebolu, Ankara, Bursa ve İstanbulla bağlantısı olan bendeniz için işe bir hayli yaradı. Bu arada "toprağım " yerine şive açısından " toprrağam" demek daha bir samimiyet ifadesi.

Şafak : Çıkış tarihini belirten tanımlama. Genellikle yanında kalan gün sayısını gösteren bir sayı , ve eğer 82 nin altına düşülmüşse , o sayıya uyan plaka numarasını gösteren bir şehir adı anılır. Örn. Şafak 123 veya Şafak 55 (Samsun ). Plakalara inildiğinde ki buna "Plakaya Düşmek" denir, şehirleri gösteren bir harita boyanır ve o şehirden gelen askerden bir şeyler ısmarlaması beklenir. İşte yukarda toprağım dedim şehirlerin fazla olması ısmalarlamalar açısından bana birazcık da olsun sıkıntı yaratmadı değil J

Şafak doğan güneş : Son çıkış gününden bir önceki gece söylenen , keyif verici bir sözdür. Sabahleyin askerliğin biteceğinin ifadesidir. Söylendikten sonra , şafağı çok olanlar için de " zorunuza gitmesin " diyerekten gıcıklık yapılır.

Mehtap : Şafak bitiş tarihini gösterirken bu izine gidilecek tarihi saymak adına kullanılır. Mehtap 23 demekle izin tarihine 23 gün kaldığı belirtilir. Bu da diğerlerinin zoruna gidebilecek bir ifadedir. Bir de serap vardır , bu da acemilikten sonraki ilk dağıtım iznine gidilecek günü saymak adına belirtilir.

Zoruna gitmek : Bu kelimeyi askerde çokca kullandım nedense. Diğer insanlara gıcıklık yapmak keyfinden midir nedir , menfaatine bir durum olan kişi diğerine bu sözü söyleyerek rahatlar. Karşı tarafın alınmayacağını düşünmek önemlidir, alınması durumunda kavgaya sebebiyet verilir. Dikkatli olunması tavsiye edilir.

Bana saygın yoksa şafağıma saygın olsun : Şafağı az olan biri bir iş yapmak veya yaptırmak durumunda kaldığı anda , karşı tarafa yaptıramassa, bu söze başvurur. Karşı taraf kişilik olarak bu kişiyi sevmese de kendi de aynı duruma düşeceği için kısmen de olsa yardım etmeye , iyi davranmaya çalışır. Etkilidir.

Şafağım mı kalmış : Şafağı az olan adamın işten kaçma sözüdür. Artık görevlerden düşmüştür. Şans eseri görülür ve de iş verilirse ,bu sözü söyleyip inceden arazi oluverir. İşe yarayan bir sözdür. Bu kişi "şafak demiş cart curt" diyerek de yanıt verebilir. Bu da az kalınan şafağı gösteren bir terimdir.

Şafağım karanlık : Yeni katılan veya çıkmasına çok gün olan askerin feryadıdır. Bu asker genelde mehtap konusunda sayma yapar , şafağı hesaplamaz.

Şafağı yetmemek : Şafağı karanlık , yani yeni gelen birinin yapılması zor görev veya bir görevi yapmaması isteğine karşılık verilen yanıttır. Bu sözü duyan asker görevine döner , zoruna da çok gider.

Komutan seni çağırıyor: Şans eseri bir komutana yakalanıp, başka birini çağırmak durumunda olan kişinin , çağrılan kişiye ilk sözüdür. Çokca kullanılır, karşı taraf , gereksiz de olsa " hangi komutan" karşılığını verir. Sonuçta hangisi olursa olsun kaçma lüksü yoktur. Sallamaması durumunda , söz vurgulanarak tekrarlanır.

Kocan seni çağırıyor : Özelikle bir komutanın yanında özel görevi olanları çağırmak için söylenir ki bu kişi çoğu kez aynı komutan tarafından çağrıldığı için ilişkisi fazlaca ilerlemiştir. Mühendis olanları yazıcı olma şansı çok yüksek ve de bir komutanla sürekli çalışacağı için muhakkak böyle bir çağrılmayla karşılaşma şansı vardır. Ben sadece bana denildiğini zannetmiştim ama bizim ODTÜ'den askere gelenlerle konuştuğumda başka versiyonlarının bile olduğunu öğrendim.

Çarşı : Hafta boyunca kulislerde tartışılan ve Cuma günü tartışma noktasına bile getiren askerin en önemli dışarı çıkma hakkıdır. Ben çok çektim. Bu olayın kilitlenmesi çok ama çok muhtemeldir, başta dediğim anahtar kelime ile bile bu kilidi açamassınız.

Komutan geliyor :Sıkça söylenen , askerin toparlanmasına , düzene girmesine yardımcı uyarı sözüdür. Gelen komutanın rütbesine göre bazen günler öncesinden bazen de saniyeler öncesinden asker gereken tedbiri alır. Bizim " general iki hafta sonra geliyor" denmesi nasıl bir düzene girdiğimizi siz tahmin edin.

Düzeltiyorum: Bu yapılan yanlış açıklamayı , doğrusunu söyleyerek değiştirme durumunda kalındığında kullanılır. Sivil hayattaki , " özür dilerim" veya "pardon" gibi bir şeydir.

Poşet : Kısa dönem olarak askerliğini yapmakta olan kişilere takılan isimdir. Uzun dönem olarak askerlik yapmakta olan kişiler bu şekilde hitap ederek rahatlarlar. Bu ismin verilmesinde iki rivayet vardır; Birincisi kısa dönemlerden birinin botu çamur olmasın diye galoş kullanması , ikincisi kısa dönem gelen birinin koca bavullar yerine küçük bir poşetle askere gelmesi ve bu kadarcık eşyanın ona yetmesidir. İkincisi daha mantıklı sanki…

Torun : Alt devreye verilen isimdir. Askere yeni gelen kişiler orda bulunanların torunu , mevcut ordakiler de yeni gelenlerin dedesi sayılır. Karşılıklı saygıyı gösteren bir tanımlamadır. Genelde dede olan kişi " torun , geceler uzun" veya " torun , ötmez borun" diyerek yeni gelen kişiye psikolojik baskı yapar. Torunun bu çok ama çok zoruna gider. Arada " şafağını bil de konuş torun denilerek" baskı sürekli hale getirilir , hiç de hoşa giden bir durum değildir zira.

Mıntıka: Yer belirten bir tanımlamadır. Askerlik sırasında çok duyulacak , özellikle sabahları sürekli kafaya dert olarak girecek bir temizlik eylemini ifade eder. Dede olan kişi , sorumlu olduğu mıntıkayı torununa seve seve devreder.

Arazi olmak: spor, eğitim, atış talimi, mıntıka temizliği gibi faaliyetlerin hemen öncesinde ortadan kaybolmak.

Spor Yapamaz Raporu : Benim "spor yapamazım" var diyerek spordan sıyrılma adına gerekli belgedir. Sürünme ve çökme sırasında da ayakta kalarak , bu işten de yırtmayı sağlar. Süre içinde birkaç kez başvuru hakkı vardır, alınamasa kişi severek spora çıkmak zorundadır.

Şafak sıkıştırması : Son günleri yaklaşan askerin psikolojik olarak rahatsız gözükmesi veya sessiz durması durumunda söylenir. Genelde doğru tanımlanan bir bunalımı ifade eder. Kişisel olarak yaşadığım hastalıklardan biridir. Herkes de olunca teselli edici bir sözdür.

Şafak atması : Kişi yatarken " X kişi yatar şafak atar" diyerek yatağına geçer. Onun için şafaktan bir gün daha gitmiştir, rahat ve huzurludur , bunu arkadaşlarıyla da paylaşmak ister. Gece 12 'den sonraki kalan şafağını da bağırarak söyler ve uykuya geçer.

Hürgeneral : Askerliği biten kişinin ulaştığı rütbedir. Forsu çoktur , artık askerlik konusunda her şeyi bilir , gitmeyenlere " sen daha askerliğini yapmamıssın , bir git anlarsın" havasını atabilecek seviyeye ulaşmış er kişidir. Selam vermez, hazırola geçmez.


Kısaca 25 madde de aklımda terbiyemin müsaade ettiklerini aktarmaya çalıştım. Etmeyenleri eklemeye benim bile şu an şafağım yetmiyorJ

Genel olarak öğrendiklerimi, öğrenilenleri anlatmak gerekirse, bir kişinin kadın veya erkek olsun hayatın nimetlerini daha iyi anlayabildiği bir süreç oluyor askerlik. Kadınların bu fırsatı kaçırması ne acı JBir bakıma 6 ay tutulan bir oruç gibi diyebiliriz. Bana kattığı en önemli iki şey "özgürlüğün değeri" ve "sabır" oldu. Birçok farklı yöre , karakter ve eğitim seviyesinden gelen bir ülke tablosunu en iyi şekilde sindirmek , unutulmayacak anılar elde etmek ve baki kalacak dostlar kazanmak açısından da iyi bir fırsattı askerlik süreci.

Bunun yanında sağlık ve disiplin içinde geçirdiğim dönemi saymıyorum bile. Tam tamına 12 kilo vermişim bu dönemde. Yukarda bahsettiğim 25 madde dışındaki sözlere emredersiniz diyerekten de kişilik olarak da zayıflama söz konusuJ ama değerini ölçme konusunda bir çalışmam olmadı, hızla yükseliyor. Artık toparlanmak biraz zaman alacak. Kendime uygun bir iş ve düzenli hayat arayışına başladığım bu süreç umarım uzun sürmez.

Bu arada ayın 20 si olmuş, Ömürden yatmadan şafak atmış bile.

Samsundan herkese çok çok asker selamları…

Ömürden M. SEZGİN
Hürgeneral
http://omurdens.blogspot.com


Not:
Ekte şafağın doğan güneş olmasına doğru havalara uçan poşetlerin resmini yolluyorum. Keyifle bakmanız dileğiyle.