Saturday, December 02, 2006
Tayvanı geziyorum ...4. seri
Uzakdoğu macerasının 4. ayına girmiş bulunuyorum. Sizleri bir yazıyla daha rahatsız ediyorum , önceden de dediğim gibi elimden geldiğince video , fotoğraf ve yazılarla burdaki izlenimlerimi paylaşmaya çalışıyorum. Umarım keyifle okuyorsunuzdur. Türkiyede bulunduğum zamanlarda haftasonlarını bulunduğum şehrin dışında gezmeye alışkın bir insan olarak , 3 ayı bu adanın başkentinde geçirdikten sonra yavaş yavaş dışarılara açılmaya başladım. Bu yazıda özellikle adanın güneyinde, tropikal bölgesine yaptığım geziden , Çinceden ve genel izlenimlerimin yanında Tayvandaki Dünyanın en yüksek binası olan Taipei101’den bahsetmek istiyorum.
Öncelikle , Çinceden bahsedeyim. 3 aylık süre zarfında , dil öğrenmeyi ve bu zamana kadar hayatını öğrendiği dilleri pratik edebilecek bir ortam arayan bir insan olarak , Çince konusunda biraz zorlandığımı söyleyebilirim. 4 ayrı tonu olan bu dilde, konuşurken aynı şekilde söylenen fakat tonundan dolayı farklı anlama gelen kelimeler olmasından ötürü , insanlara kendimi anlatmakta bayağı bir zorluk yaşıyorum. Yazım konusuna hiç girmek istemiyorum , açıkcası Çince karakterlere mantıklı bir çözüm bulamamaktan ötürü , yazmaya çalışsam da akılda tutmak gerçekten zor. Ama şunu söyliyeyim, Cem Yılmazın reklamında tabelada yazan , “ oyuncak fabrikası “ yazısını anlayınca biraz moral buldum J.Reklamdan söz açılmışken , son bölümünde yaşlı adamın söylediklerini ,burda yaşayan Tayvanlı arkadaşlar bile anlamadı. Belki Cem Yılmaz maskeyi takıp yaşlı adam kılığına girince kendince bir şeyler uydurmuş olabilir. Neyse tonlar konusu bayağı bir karışık , kendimi anlatmak adına söylediğim kelimeleri elimle tonları gösterek anlatmaya başladım. Bunun yanında Almanca,İngilizce ve Fransızcadan farklı olarak , bu dilde şehirler , bildiğimiz yabancı markalar bile farklı. Size “May Danlı “ , Aydida” , “Bolin” Boli “ , “Başıkılı” ,“Fusı” dediklerinde bir şey anlamayabilirsiniz ama demek istenen sırasıyla “Mc Donalds , Adidas , Berlin , Paris, Pepsi Cola, ve Volkswagen” dır.Garip geliyor değil mi , alışma konusunda sıkıntı yaşamamın başlıca nedenlerinden biri bu. Bu arada bu insanlar latin alfabesini hiç ama hiç anlamıyolar. Bu konuda hiç bir bilgisi olmayan bir insan , en basitinden “ English “ yazılı bir kağıt gösterdiğinizde okuyamıyor. Ayni sikinti , bizim icin Cince karakterleri okumada gecerli tabiki.
Şimdi Dünyanın en yüksek binasında yaşadıklarıma geçeyim. Evet, 101 katlı, 508 metre, belki başka ülkeler şu an daha yükseğini yapmaya çalışıyor ama bu bina şu aşamada Dünyanın en yükseği.(Giriş videosu http://www.youtube.com/watch?v=cxKS1qQEyaQ) Önceden yaptığım fuar gezileri sırasında kazandığım eşantiyon bileti ancak 1 ay sonra kullanma fırsatı buldum. Hızlı bir şekilde, hava kötü olsa da , bir Cumartesi günü bu koca binaya çıkmaya karar verdik. Önce alt katlarda bulunan çarşıdan geçip, 5. kata çıkmak gerekiyor. Orda gerekli işlemleri yaptıktan sonra, aynı zamanda Dünyanın en hızlı asansörlerine sahip bu binanın en üst katına çıkma fırsatını yakalıyorsunuz. İster inanın ister inanmayın , 30 saniyede yaklaşık 400 metre yüksekliğe çıktık.(asansörden http://www.youtube.com/watch?v=dEtsWUfg_hI ) Yukardan başkenti seyretmek gerçekten çok keyifliydi , sanki uçaktan bir şehri seyredercesine bu anın keyfini en iyi şekilde çıkardık. Ancak , binanın ortasında koca , 600 tonluk , depreme karşı yapılmış küre şeklindeki kütleyi görünce tedirginlik içine girmedim diyemem. Gerçekten tam bir mühendislik harikası. Neden bizim böyle bir kulemiz, veya şöyle diyeyim Dubaililer dışında , neden İstanbul veya Ankara adına böyle yüksek bir binamız yok diye içimden geçirmedim değil. Gittikçe gelişen bu bölge sanırım daha da yükseklerine yakın zamanda sahip olacak. (90.kattan manzara http://www.youtube.com/watch?v=tncilZCSYlA) Deprem ülkemizde sorun ise, en çok depremin yaşandığı bölgeler buralar,hatta bir ara ,depremi hissetmede başarılı bir insan olmama rağmen , bir gürültüyle ayaklandığımı biliyorum.
Şimdi , başkent Taipei dışında , güney bölgeye yaptığım geziden , orda gördükerime geçeyim. Öncelikle gezi için , burda öğrenci olan , ve Çince öğrenen iki Rus arkadaşı yanıma katıp , 1 haftalık tatilimizde güneye inmek adına yola çıktık. Önceki tecrübelerim nedeniyle , saygı duyulan J bir gezgin olmam , bu insanları ikna etmemde faydalı oldu. Bunun yanında Hospitality Club (HC) vasıtasıyla, kalacak yeri de bedavaya getirmem cabası J. Taipeiden ilk olarak Taichung denen , orta Tayvanda bulunan şehre doğru yola çıktık. Bu noktada ulaşım araçlarından bahsetmek istiyorum. Önceki yazılarımda, her koltukta televizyonu olan Singapur havayollarından bahsetmiştim, aynısı burda otobüslerde mevcut. Yakında bize gelir mi bilmem ama sanırım otobüs yolcuğu açısından rahatlığın son noktası. Bir de , düğmeye basarak yatan koltuklar , hatta varış noktasına gelindiğinde şöförün otomatik olarak koltukları kaldırıp uyuyanları uyandırması da ilginç noktalardan biri. Başta , şaşırarak, neden koltuğum kalkıyor diye hayıfladığımda, otobüsteki herkesin uyandığını görünce biraz rahatladım diyebilirim.
Taichung şehrini gezdikten sonra , burdan bizdeki dolmuşlara benzer bir araçla adanın ortasındaki doğa harikası güneş ay gölüne gittik. Yolu bulmamız bayağı bir zor oldu. Tabi , bu noktalarda Çinceyi kullanma kabiliyetimi en iyi şekilde konuşturmaya çalıştım. Geçen yazıdan bu yana o kadar gelişmiş ki, bizi oraya götürmek isteyen , turist olduğumuzu gören taksi şöförleiyle yarım saate yakın pazarlık yaptım. Adam bir fiyat söylüyor , ben tam yarısını diyorum. Çok zor değil ama sinirlenmeden , yavaş yavaş indirmektense , direk nabız yokluyorum. Binmiyecek olsak da , hem pratik yapmak için hem de nasıl davrandıklarını görmek için iyi bir taktikJ
.Orta Tayvandan sonra , amacımız Yengeç dönencesini geçip tropikal bölgeye geçmekti.Kaoshiung Tayvanda , başkent Taipeiden sonra ikinci büyük şehir. Öncelikle HC vasıtasıyla irtibata geçtiğim Kanadalı arkadaşla buluştuk , bizi burdaki en büyük gece pazarına götürdü. En favori yerlerinden olan ,Pakistanlı bir satıcının tezgahından kızarmış tavuk aldık.Herhalde burda yediğim en lezzetli yemekti, bizim dönerler hariç. O sırada , ben doğal olarak satıcıyla muhabbete girince , nereli olduğumu sordu. Türküm dememle , yanındaki , Pakistanlıya benzer adamla ingilizce konuşmaya başladı. Başta şaşırsam da olayı anlamıştım.O Pakistanlıya benzer , elinde ekmek içinde eti hapur hupur götüren adam bana dönüp “ vay kardeşim hoşgeldin” demez mi... Bu konuda kendimi uzman olarak görmeme rağmen , bazen bizim çoğrafyadan gelen insanları ayırt etmek çok da kolay olmuyormuş demek ki. Hemen benle, burdaki çoğu Türkün anlattığı gibi , ticari konulardan muhabbeti açtı. Kendisi dondurma satıcısıymış burda, önceden de dediğim gibi , döner olsun , dondurma olsun(Dondurma http://www.youtube.com/watch?v=pObRWkxyAwc) , Türk yiyecekleri burda çok rağbet görüyor. Bir fındığı getiremedik ya , neyseJ)Geceyi Kanadalı arkadaşın evinde geçirdikten sonra , Kaoshiung ta , tüm öğleden sonrayı tapınakları gezmeye ayırdık. (Tapınağın içi http://www.youtube.com/watch?v=jfzv0G3Kads) Bu arada , Kanadalı , bana dönüp, “Tarkan” ı bilir misin dedi. Bu , yurtdışına gittiğimde en çok karşılaştığım sorulardan birisidir sanırım. Kendisi , Tayvanda göbek dansı hocalığı yapıyormuş. Tabi bizim gibi bir uzmanı görünce , biz de birkaç figür öğrettmeden geçemedik... ...Ev hakkında önemli Jbir şey daha, evde bir de arkadaşın kedisi vardı. Evler küçük olunca ,kediyle aynı mekanda yatma durumunda kaldım. Bir şey yapmaz veya ısırmaz demesi bana yetmişti , ama gece yarısı üzerimde , şansıma o aşamada yorganımı penceleyen kediyi görüp uyanınca hayatımın en korku dolu anlarını yaşadım... ...(HC ve o kedi http://www.youtube.com/watch?v=MHQ0zgTz5JQ)
Tropikal bölgeden ayrılıp trenle , doğu Tayvan bölgesine, biraz daha adanın dağlarının arasındaki doğal güzelliklerini görebileceğimiz bölgeye geçtik. Avrupa ülkelerinde de olduğu gibi burda da çok yaygın ve rahat olan tren ulaşımını kullanıp 5 saat içinde , adanın doğusundaki Hualiene şehrine ulaştık. Planımız , burda da önceden ayarladığım Hospitalityclub üyesi bir Fransızın yanında kalmaktı. Hakkında hiçbir bilgim olmayan bu arkadaşı arayıp , adresini sorduk. İşte bu noktada en çok karşılaşılan sorunlardan biri, taksiye atladığınızda yeri tarif etmek. Şöför , kelimeleri söylediğnizde 3-4 kere “hı ,hı “ diyerek anlamadığını belirtiyor, adama “hao” (Çince tamam) detirtinceye kadar sözlükte gördüğünüz kelimeyi elinizle tonlarını göstererek söylemeye çalışıyorsunuz Neyseki , biz o işi de başarıp , fransız arkadaşla buluştuk. Diğer HC üyeleri gibi bir eve gideceğimizi beklerken gördüğümüz manzara bizi çok şaşırttı. Arkadaşın bizi götürdüğü koca binadan girer girmez, bir tarafta papanın resimlerinin asılı olduğu bir tarafta haçların asılı olduğu duvarları görünce garipsemedim değil. Tam da Papanın Türkiyeyi ziyaret ettiği gün, geldiğimiz bu mekan Fransız katoliklerinin pansiyonuymuş. Para verceğimizi öğrenince bir şok daha yaşadık , ama mekan yine de diğer yerlerden daha ucuzdu.Türk parası 5 ytl ye , doktoriyer (bu kelimeyi tam anlayamadım) denen , duvarlarında haç asalı ,yatak yerine yerlerde çokca yastık , minder ve yorganın olduğu mekanda iki gece geçirdik.
Hualien bölgesine gelme de asıl nedenimiz , Taroko denilen milli parkı gezmekti. Burayı gezmek o kadar da kolay değil , motosiklet en iyi yol.(motosikletim http://www.youtube.com/watch?v=8dfNzJTZpj4) Başta problem olmaz diyerek arkadaşlara onay vermiş olsam da , iş ciddiye binince , korkup vazgeçmeye çalıştım ama nafile. İki tane motosiklet kiralayıp , yola koyulduk. Dağlarda adeta slolom yaparaktan , bulutların arsındaki zirvelere ulaştık. Çoğunluğunu yerli aborjinlerin oluşturduğu köyleri ziyaret edip, dağların arasındaki ilginç tünellerde mola verdik. 5 saatin sonunda , motosiklette bir uzman oluverdim. O kadar zevkli ki, geri verirken aklım orda kaldı. Ha bu arada, toplam 60 km yol için aldığımız gazın fiyatı 6 ytl. İnanılacak gibi değil.(Gezi videosu http://www.youtube.com/watch?v=vjqykGmtGiI ). Sabahleyin de , Hualien sahilinden pasifik okyanusuna bakıp, hem deniz hem de biraz memleket hasreti yapıp , başkente geri döndük. Şöyle demem gerekir ki, kıta Çini gezme açısından iyi bir prova oldu... Ama once para konusunu ayarlamak gerekiyor, belki sponsor olmak isteyen cikar ...
Kısa yazmaya çalışsam da ,bu sefer yine uzattım sanıyorum. Son olarak , genel izlenimlerimden bahsedeyim.Önceden de bahsettiğim gibi, bu bölgede genel olarak , Türk olmanın verdiği saygınlığı yaşıyorum. Avrupada de kro , ABDde de potansiyel terorist gözüyle bakılırken , burda insanların bana Türküm dediğimde heyecanlanarak bakması o kadar keyif verici ki anlatamam. Bu arada , övünmek gibi olmasın, ama nereye gidersem gideyim, çarşıda , sokakta, okulda, beni gördüklerinde , her zaman dedikleri , “Tom Cruise” a çok benziyor olmam. Açıkcası , ben bile kendim bu benzerliği bulamazken burdan bu tarz övgüler almam , hoşuma gitmedi değil. Bu arada Tom Cruise’ın , her ünlünün olduğu gibi Çince bir ismi var. Tamu KılusıJ)))
Görüşmek üzere...
Ömürden M. SEZGİN
Diğer Yazılar : http://omurdens.blogspot.com/
Fotolar : http://www.flickr.com/photos/30863084@N00/
Öncelikle , Çinceden bahsedeyim. 3 aylık süre zarfında , dil öğrenmeyi ve bu zamana kadar hayatını öğrendiği dilleri pratik edebilecek bir ortam arayan bir insan olarak , Çince konusunda biraz zorlandığımı söyleyebilirim. 4 ayrı tonu olan bu dilde, konuşurken aynı şekilde söylenen fakat tonundan dolayı farklı anlama gelen kelimeler olmasından ötürü , insanlara kendimi anlatmakta bayağı bir zorluk yaşıyorum. Yazım konusuna hiç girmek istemiyorum , açıkcası Çince karakterlere mantıklı bir çözüm bulamamaktan ötürü , yazmaya çalışsam da akılda tutmak gerçekten zor. Ama şunu söyliyeyim, Cem Yılmazın reklamında tabelada yazan , “ oyuncak fabrikası “ yazısını anlayınca biraz moral buldum J.Reklamdan söz açılmışken , son bölümünde yaşlı adamın söylediklerini ,burda yaşayan Tayvanlı arkadaşlar bile anlamadı. Belki Cem Yılmaz maskeyi takıp yaşlı adam kılığına girince kendince bir şeyler uydurmuş olabilir. Neyse tonlar konusu bayağı bir karışık , kendimi anlatmak adına söylediğim kelimeleri elimle tonları gösterek anlatmaya başladım. Bunun yanında Almanca,İngilizce ve Fransızcadan farklı olarak , bu dilde şehirler , bildiğimiz yabancı markalar bile farklı. Size “May Danlı “ , Aydida” , “Bolin” Boli “ , “Başıkılı” ,“Fusı” dediklerinde bir şey anlamayabilirsiniz ama demek istenen sırasıyla “Mc Donalds , Adidas , Berlin , Paris, Pepsi Cola, ve Volkswagen” dır.Garip geliyor değil mi , alışma konusunda sıkıntı yaşamamın başlıca nedenlerinden biri bu. Bu arada bu insanlar latin alfabesini hiç ama hiç anlamıyolar. Bu konuda hiç bir bilgisi olmayan bir insan , en basitinden “ English “ yazılı bir kağıt gösterdiğinizde okuyamıyor. Ayni sikinti , bizim icin Cince karakterleri okumada gecerli tabiki.
Şimdi Dünyanın en yüksek binasında yaşadıklarıma geçeyim. Evet, 101 katlı, 508 metre, belki başka ülkeler şu an daha yükseğini yapmaya çalışıyor ama bu bina şu aşamada Dünyanın en yükseği.(Giriş videosu http://www.youtube.com/watch?v=cxKS1qQEyaQ) Önceden yaptığım fuar gezileri sırasında kazandığım eşantiyon bileti ancak 1 ay sonra kullanma fırsatı buldum. Hızlı bir şekilde, hava kötü olsa da , bir Cumartesi günü bu koca binaya çıkmaya karar verdik. Önce alt katlarda bulunan çarşıdan geçip, 5. kata çıkmak gerekiyor. Orda gerekli işlemleri yaptıktan sonra, aynı zamanda Dünyanın en hızlı asansörlerine sahip bu binanın en üst katına çıkma fırsatını yakalıyorsunuz. İster inanın ister inanmayın , 30 saniyede yaklaşık 400 metre yüksekliğe çıktık.(asansörden http://www.youtube.com/watch?v=dEtsWUfg_hI ) Yukardan başkenti seyretmek gerçekten çok keyifliydi , sanki uçaktan bir şehri seyredercesine bu anın keyfini en iyi şekilde çıkardık. Ancak , binanın ortasında koca , 600 tonluk , depreme karşı yapılmış küre şeklindeki kütleyi görünce tedirginlik içine girmedim diyemem. Gerçekten tam bir mühendislik harikası. Neden bizim böyle bir kulemiz, veya şöyle diyeyim Dubaililer dışında , neden İstanbul veya Ankara adına böyle yüksek bir binamız yok diye içimden geçirmedim değil. Gittikçe gelişen bu bölge sanırım daha da yükseklerine yakın zamanda sahip olacak. (90.kattan manzara http://www.youtube.com/watch?v=tncilZCSYlA) Deprem ülkemizde sorun ise, en çok depremin yaşandığı bölgeler buralar,hatta bir ara ,depremi hissetmede başarılı bir insan olmama rağmen , bir gürültüyle ayaklandığımı biliyorum.
Şimdi , başkent Taipei dışında , güney bölgeye yaptığım geziden , orda gördükerime geçeyim. Öncelikle gezi için , burda öğrenci olan , ve Çince öğrenen iki Rus arkadaşı yanıma katıp , 1 haftalık tatilimizde güneye inmek adına yola çıktık. Önceki tecrübelerim nedeniyle , saygı duyulan J bir gezgin olmam , bu insanları ikna etmemde faydalı oldu. Bunun yanında Hospitality Club (HC) vasıtasıyla, kalacak yeri de bedavaya getirmem cabası J. Taipeiden ilk olarak Taichung denen , orta Tayvanda bulunan şehre doğru yola çıktık. Bu noktada ulaşım araçlarından bahsetmek istiyorum. Önceki yazılarımda, her koltukta televizyonu olan Singapur havayollarından bahsetmiştim, aynısı burda otobüslerde mevcut. Yakında bize gelir mi bilmem ama sanırım otobüs yolcuğu açısından rahatlığın son noktası. Bir de , düğmeye basarak yatan koltuklar , hatta varış noktasına gelindiğinde şöförün otomatik olarak koltukları kaldırıp uyuyanları uyandırması da ilginç noktalardan biri. Başta , şaşırarak, neden koltuğum kalkıyor diye hayıfladığımda, otobüsteki herkesin uyandığını görünce biraz rahatladım diyebilirim.
Taichung şehrini gezdikten sonra , burdan bizdeki dolmuşlara benzer bir araçla adanın ortasındaki doğa harikası güneş ay gölüne gittik. Yolu bulmamız bayağı bir zor oldu. Tabi , bu noktalarda Çinceyi kullanma kabiliyetimi en iyi şekilde konuşturmaya çalıştım. Geçen yazıdan bu yana o kadar gelişmiş ki, bizi oraya götürmek isteyen , turist olduğumuzu gören taksi şöförleiyle yarım saate yakın pazarlık yaptım. Adam bir fiyat söylüyor , ben tam yarısını diyorum. Çok zor değil ama sinirlenmeden , yavaş yavaş indirmektense , direk nabız yokluyorum. Binmiyecek olsak da , hem pratik yapmak için hem de nasıl davrandıklarını görmek için iyi bir taktikJ
.Orta Tayvandan sonra , amacımız Yengeç dönencesini geçip tropikal bölgeye geçmekti.Kaoshiung Tayvanda , başkent Taipeiden sonra ikinci büyük şehir. Öncelikle HC vasıtasıyla irtibata geçtiğim Kanadalı arkadaşla buluştuk , bizi burdaki en büyük gece pazarına götürdü. En favori yerlerinden olan ,Pakistanlı bir satıcının tezgahından kızarmış tavuk aldık.Herhalde burda yediğim en lezzetli yemekti, bizim dönerler hariç. O sırada , ben doğal olarak satıcıyla muhabbete girince , nereli olduğumu sordu. Türküm dememle , yanındaki , Pakistanlıya benzer adamla ingilizce konuşmaya başladı. Başta şaşırsam da olayı anlamıştım.O Pakistanlıya benzer , elinde ekmek içinde eti hapur hupur götüren adam bana dönüp “ vay kardeşim hoşgeldin” demez mi... Bu konuda kendimi uzman olarak görmeme rağmen , bazen bizim çoğrafyadan gelen insanları ayırt etmek çok da kolay olmuyormuş demek ki. Hemen benle, burdaki çoğu Türkün anlattığı gibi , ticari konulardan muhabbeti açtı. Kendisi dondurma satıcısıymış burda, önceden de dediğim gibi , döner olsun , dondurma olsun(Dondurma http://www.youtube.com/watch?v=pObRWkxyAwc) , Türk yiyecekleri burda çok rağbet görüyor. Bir fındığı getiremedik ya , neyseJ)Geceyi Kanadalı arkadaşın evinde geçirdikten sonra , Kaoshiung ta , tüm öğleden sonrayı tapınakları gezmeye ayırdık. (Tapınağın içi http://www.youtube.com/watch?v=jfzv0G3Kads) Bu arada , Kanadalı , bana dönüp, “Tarkan” ı bilir misin dedi. Bu , yurtdışına gittiğimde en çok karşılaştığım sorulardan birisidir sanırım. Kendisi , Tayvanda göbek dansı hocalığı yapıyormuş. Tabi bizim gibi bir uzmanı görünce , biz de birkaç figür öğrettmeden geçemedik... ...Ev hakkında önemli Jbir şey daha, evde bir de arkadaşın kedisi vardı. Evler küçük olunca ,kediyle aynı mekanda yatma durumunda kaldım. Bir şey yapmaz veya ısırmaz demesi bana yetmişti , ama gece yarısı üzerimde , şansıma o aşamada yorganımı penceleyen kediyi görüp uyanınca hayatımın en korku dolu anlarını yaşadım... ...(HC ve o kedi http://www.youtube.com/watch?v=MHQ0zgTz5JQ)
Tropikal bölgeden ayrılıp trenle , doğu Tayvan bölgesine, biraz daha adanın dağlarının arasındaki doğal güzelliklerini görebileceğimiz bölgeye geçtik. Avrupa ülkelerinde de olduğu gibi burda da çok yaygın ve rahat olan tren ulaşımını kullanıp 5 saat içinde , adanın doğusundaki Hualiene şehrine ulaştık. Planımız , burda da önceden ayarladığım Hospitalityclub üyesi bir Fransızın yanında kalmaktı. Hakkında hiçbir bilgim olmayan bu arkadaşı arayıp , adresini sorduk. İşte bu noktada en çok karşılaşılan sorunlardan biri, taksiye atladığınızda yeri tarif etmek. Şöför , kelimeleri söylediğnizde 3-4 kere “hı ,hı “ diyerek anlamadığını belirtiyor, adama “hao” (Çince tamam) detirtinceye kadar sözlükte gördüğünüz kelimeyi elinizle tonlarını göstererek söylemeye çalışıyorsunuz Neyseki , biz o işi de başarıp , fransız arkadaşla buluştuk. Diğer HC üyeleri gibi bir eve gideceğimizi beklerken gördüğümüz manzara bizi çok şaşırttı. Arkadaşın bizi götürdüğü koca binadan girer girmez, bir tarafta papanın resimlerinin asılı olduğu bir tarafta haçların asılı olduğu duvarları görünce garipsemedim değil. Tam da Papanın Türkiyeyi ziyaret ettiği gün, geldiğimiz bu mekan Fransız katoliklerinin pansiyonuymuş. Para verceğimizi öğrenince bir şok daha yaşadık , ama mekan yine de diğer yerlerden daha ucuzdu.Türk parası 5 ytl ye , doktoriyer (bu kelimeyi tam anlayamadım) denen , duvarlarında haç asalı ,yatak yerine yerlerde çokca yastık , minder ve yorganın olduğu mekanda iki gece geçirdik.
Hualien bölgesine gelme de asıl nedenimiz , Taroko denilen milli parkı gezmekti. Burayı gezmek o kadar da kolay değil , motosiklet en iyi yol.(motosikletim http://www.youtube.com/watch?v=8dfNzJTZpj4) Başta problem olmaz diyerek arkadaşlara onay vermiş olsam da , iş ciddiye binince , korkup vazgeçmeye çalıştım ama nafile. İki tane motosiklet kiralayıp , yola koyulduk. Dağlarda adeta slolom yaparaktan , bulutların arsındaki zirvelere ulaştık. Çoğunluğunu yerli aborjinlerin oluşturduğu köyleri ziyaret edip, dağların arasındaki ilginç tünellerde mola verdik. 5 saatin sonunda , motosiklette bir uzman oluverdim. O kadar zevkli ki, geri verirken aklım orda kaldı. Ha bu arada, toplam 60 km yol için aldığımız gazın fiyatı 6 ytl. İnanılacak gibi değil.(Gezi videosu http://www.youtube.com/watch?v=vjqykGmtGiI ). Sabahleyin de , Hualien sahilinden pasifik okyanusuna bakıp, hem deniz hem de biraz memleket hasreti yapıp , başkente geri döndük. Şöyle demem gerekir ki, kıta Çini gezme açısından iyi bir prova oldu... Ama once para konusunu ayarlamak gerekiyor, belki sponsor olmak isteyen cikar ...
Kısa yazmaya çalışsam da ,bu sefer yine uzattım sanıyorum. Son olarak , genel izlenimlerimden bahsedeyim.Önceden de bahsettiğim gibi, bu bölgede genel olarak , Türk olmanın verdiği saygınlığı yaşıyorum. Avrupada de kro , ABDde de potansiyel terorist gözüyle bakılırken , burda insanların bana Türküm dediğimde heyecanlanarak bakması o kadar keyif verici ki anlatamam. Bu arada , övünmek gibi olmasın, ama nereye gidersem gideyim, çarşıda , sokakta, okulda, beni gördüklerinde , her zaman dedikleri , “Tom Cruise” a çok benziyor olmam. Açıkcası , ben bile kendim bu benzerliği bulamazken burdan bu tarz övgüler almam , hoşuma gitmedi değil. Bu arada Tom Cruise’ın , her ünlünün olduğu gibi Çince bir ismi var. Tamu KılusıJ)))
Görüşmek üzere...
Ömürden M. SEZGİN
Diğer Yazılar : http://omurdens.blogspot.com/
Fotolar : http://www.flickr.com/photos/30863084@N00/
Thursday, November 02, 2006
Wednesday, November 01, 2006
DiscoVeryFar.... (English)
There have been actually 2 months that I came to this small far eastern island. I just want to share my new impressions, observations with you. First of all, this place is really different when I compare Singapore and Malaysia. I had the real far eastern feeling here with the motorbikes, bikes, crowded streets outside and different kinds of food smellingJ))
I just want to start from the streets. Crowded, and the traffic is even crazier than Turkey with lots of motorbikes moving at the same time. They are really good at riding motorbikes even with 4 members of family can get on the same vehicle. Crazy!! (streets video http://www.youtube.com/watch?v=mh51QBmmTHw) Chinese written billboards lighting all the night, supermarkets open even until 2:00 o clock or 24 hours are the most interesting things when I compare the European style. The streets are always full of action, about 6000 7elevens work all the night and mornings.
Shopping and even looking at the stuff in the food court of the supermarket are wonderful. However, I can hardly select something familiar too eat. You can see crabs, snakes and some strange sea foods (video http://www.youtube.com/watch?v=oICNoWx1nrY). Even you are allowed to taste them while walking in the supermarket. I strongly recommend you to taste, it is even better than paying money and not eatingJ) I did once , could not stand when I saw strange things in my food. The staffs in the supermarket are really polite as all country; they even stop their current works and help me to find a product in the supermarket. As I said before, it is even impossible to explain a product to someone, unless he understands what you say. Before learning Chinese, I create a body language. Just try to explain water; you will most probably be misunderstood at the beginning.
However, I really found lots of delicious stuff in the night markets. They open at about 8: 00 o clock and there you can find variety of different foods. It is comparable cheaper than Turkey. Beside these, finally by finding the familiar Kebab, I became really happy, maybe the happiest man in the worldJ) ( this time , egyptian guy with an arabic music prepares kebap http://www.youtube.com/watch?v=pWtqTDelNNo - Of course , Doner Kebab in Germany and Turkey is better:)) They give great importance to their health. They do not eat too much bread. The food is mainly rice, and mostly they put egg or meat inside. That tastes really interesting when you drink soap with egg. My favorite is, as a Turkish guy, floury stuff looks like our Gozleme.
As I said, there is a big traffic jam in the streets. Beside these, I have seen some warnings, which are written as “no birds”. It was really strange … By the way; the warnings in the construction areas are really interesting. Actually there is no standard even though they have the same writings. Moreover, each person in the pictures smiles while warning about the inconvenience. Maybe, this shows the politeness of the people here. However what I recognized here also, even though these people are so kind , there exist too much security cameras in the streets . I could not understand why they do give great importance to this stuff. When I think about my country, maybe we have to have double of themJ))
Now, I want to give some information about the international fairs in Taipei. As I said, sometimes you feel yourself as a pop star in the streets; it is even the same when the sellers or responsible people in the fairs attack on you. One of the fairs, actually at the firs fair I have attended, some guys jumped on meJ) and they take me to the Trade office in order to let the suppliers and manufactures make a presentation of their products here. Because of being an engineer, I really enjoy this kind of information. Even I have the chance to research about the production style, quality, marketing stuff. What is also funny is to listen their presentations in Chinese since even the CEOs of these companies can not speak English. They even provide me a Chinese – English speaking translator. Almost every day, I go to this office and listen these people. We have same stuff in Turkey, this is even much professional than our street presentations.
By the way, I really recognized that I am really good at bargaining. This is really important here, as experienced too much in Turkey, I have no such big problem. Even, I give some appointments to the some foreigner friends here to help them by buying computers or any other stuff with a cheaper priceJ) They can not even say “no”, so always tend to reduce the price. However that is not unlimited. Even a seller was about to hit me, because of insisting too much.
Chinese language, since it is such a shape based language; it is too hard to write the characters. However, I recognized that the structure is even similar to Turkish. That is, maybe, because of the Turkish history in middle Asia. I do not if you know or not that the Turkish language is in the same family with Japanese and Finish. They do not use ‘four ‘ , because it means ‘death’ in Chinese. And by writing msn, they use “881” for ‘bye bye’ because of its similar pronunciation.
I know, I have written too much. As a person believing in sharing information, I want to share more by time. They do not know so much about Europe and America. After I get much familiar with this language, people, and culture, I will go on writing. I hope you enjoy these articles, pictures and videos. Have a good day …
Hope to see all of you
Omurden M. SEZGIN
For videos http://omurdens.tripod.com/
For Photos http://www.flickr.com/photos/30863084@N00/
Aricles http://omurdens.blogspot.com/
Videoroman of the adventure à http://www.youtube.com/watch?v=eN4Sd4b2d9o
Uzakdoğuyu keşfederken..3.seri
Her geçen gün yeni yeni şeyler öğrendiğim uzakdoğunun bu şirin adasından , izlenimlerimi paylaşmak adına sizleri tekrar rahatsız ediyorum. Öncelikle bu yolculuğa çıkalı tam olarak 78 gün oldu. Başta sıkıntılar yaşansa da , şu an tam olarak alıştığımı söylebilirim , en çok zorluk çektiğim yemeklere bile:) Bu yazıda , diğerlerinden farklı olarak , Taipei içinde yaptığım 20 km yürüyüşün izlenimlerinden , ev veya daha do[rusu oda kiralama sıkıntılarından , Tayvandaki başarılı geri dönüşüm sisteminden, burdaki ramazan ve cumhuriyet bayramlarından ve de mevcut durumumdan bahsetmek istiyorum.
Bir şehri , veya ülkeyi en iyi gezme yolunun yürüyerek ve haritasız bir şekilde sokaklarına dalma olarak düşünen bir insan olduğum için , keşfetmek adına sabahın 7 sinde yollara koyuldum. Sabahın erken saatlerinde şehirleri gezmek ayrı güzeldir, bunu Avrupada yaşadığım yalnız gezilerimden biliyorum. Merkezi bir noktadan , bu şirin adanın başkentini gezmeye başladım... Sokaklar erken saat olmasına rağmen dopdoluydu... Uzakdoğulular erken başlıyor göreve anladığım kadarıyla, tatil olsa bile... Öncelikle gürültülerin geldiği bir pazara girdim. Bizim pazarları aratmıyor, her yandan , özellikle yabancı olduğum için beni yanına çağıran bir ses. Ben de en yakın bulduğum kestane satıcısına yöneldim. Cebimden hemen , her zaman yanımda bulunan fındıktan uzattım , beğenmedi ama olsun. Biz de kavrulmuş olarak sattık mı aynı bu kestane gibi seversin dedim içimden. Sonra tekrar devam ediyorum. Gürültünün olduğu bir parka girdim , daha Çince anlamadığımız için kalabalığın bu saatte neden toplandığından haberim yok , ama parklardan bahsetmek gerekirse , her zaman kalabaligin bulundugu yerler.. Egzersiz aletleri var , yaşlı insanlar spor yapmakla meşgul. Bazı kişilerde , banka oturmuş masaj yaptırıyor , bu masaj olayı gerçekten burda çok yaygın.
Yürümeye devam ediyorum. Öncekinden daha büyük, nehrin kenarında bir parka gittim , koşanlar , hatta saksofon , gitar çalanlar var tek başlarına. Parkta özel ayrılmış alanda beyzbol oynayanlar var. Tayvan biraz daha Amerikanvari bir yer olduğu için , burada bu tarz şeyleri görmek mümkün. Zaten futbol burda Beyzbola göre daha az popüler diyebilirim.
Sokaklar yabancı dolu. Birkaç , güney amerikadan geldiğini düşündüğüm grupla , ispanyolca selam verdikten sonra yoluma devam ediyorum. Birden dikkatimi inşaatların önlerindeki uyarılar çekti. Türkiyede bu tarz resimleri göremeyiz sanırım. Adam gülerekten , rahatsızlık için üzüldüğünü söylüyor. Bu belki de burdaki insanların ne kadar da kibar olduğunu gösteren bir sembol. Birçoğunun fotoğrafını çektim , ilgilenen olursa siteden bakabilir. Ancak şunu söylemek gerekir ki , belli bir standart yok, aynı uyarıyı farklı şekillerde birçok kere görüyorsunuz. Başka bir konuda , her tarafta sizi izleyen gizli kameralar. Anlıyamadığım ,bu kadar güvenli , bu kadar saygılı insanın olduğu bir yerde, neden bu kadar kameranın olması. Açıkcacı güvenliklerine , ve özellikle sağlıklarına çok önem veren bir toplum burası.
Sokaklardan şimdilik bu kadar deyip, bu süre zarfında kiraladığım bir odadan bahsetmek istiyorum. Evet , oda , nerde o Bursada kiraladığım 2 odalı sıcak yuva J)) Burda yer dar , küçüçük adaya 23 milyon kişiyi sığdırınca, bana da aynı fiyata bir küçük oda düştü , şehrin merkezinde. Tabiki kiralarken pazarlık yaptık. İnanın 2 saat pazarlık sonunda 6500 NT den odayı , 5000 NT ye indirdim. Dikkatiniz çekerim , pazarlık, az ingilizcesi olan Tayvanlı ev sahibiyle yapıldı.Sağolsun , Çinceyi iyi kouşan Ankaradan bir arkadaş vardı yanımda. Ben söyledim , o çevirdi, demek ki kendim anlatsam daha fazla başarı elde edilecekti J)) . Yine de ev sahibini bayağı bir kızdırdık. Bu arada pazarlık konusuna tekrar döneyim, burda pazarlıkta güçlü olduğumuzu bilen , Türkiyeyi birkaç kere ziyaret eden Rus ve Almanlar, özellikle benle bilgisayar almak için randevu almaya başladılar. Sayelerinde, Tayvan içinde nasıl ticaret yapıldığının daha iyi farkına vardım. Hayır diyememeyen bu insanlara bastırdıkça , fiyatları indirme eğilimi gösteriyolar , ama son noktaları var tabiki. Sinirleniyolar. Az kaldı dayak yiyirordum : )))
Geri dönüşüm sistemi hakkında bilgi vermek istiyorum biraz da. Avrupada gezerken onların sistemini az da olsa tanıma şansım oldu. Tamam onlar da geri dönüşüm yapıyolar, hatta Alman stajyer arkadaşla Bursada kalırken , pillerini özel torbasına koyup, şirketteki pil geri dönüşüm kutusuna attğında pek bir şaşırmıştım. Burda , çöp kutusu yok sokaklarda.Çantamda çöp koleksiyonu yapmaktan , yakında kokmaya başlayacağım, neyseki odamda bizdeki sistemden bir ortam oluşturdum. Ama size çöp toplama izlenimlerim hakkında bilgi vereyim. Burda , özel melodileriyle sokaklarda gezen çöp arabaları var. Nasıl biz de çeşmeye birlikte gidilerse J),burda insanlar belli saatlerde toplanıp , müziği duyduktan sonra, beraber dışarı çıkıp çöp arabasını bekliyorlar.( Cop arabasi melodisi video http://www.youtube.com/watch?v=BmwwmXIu9SA). Fotoğraflarını çekme şansım ayıp olur diye olmadı ama çöp arabasının melodisini videolarıma koydum. Yemek yeme konusunda da deli bir geri dönüşüm var. Açıkcacı bu insanlar , neden yemek yemek için çubukları kullanıyolar diye düşünmedim değil. Gelmeden önce, Samsun-İstanbul uçagında Onur air in dergisinde bu konuyla ilgili bir yazı gördüm.Savaş dönemlerinin birinde, lazım olur diye , metal elde etmek için çatal kaşığı eritmişler sonrasında bunları kullanmaya başlamışlar. Çoğu kişi yanında çubuklarını taşıyor. Olmazsa, dediğim 24 saat açık marketlerden , restoranlardan tahta çubuklarınızı alabiliyorsunuz. Sonunda alıştım da , pek sorun yaşamıyorum yerken J)) Yoksa daha bir 10 kilo verirdim.
Biz Türkler , çoğrafi açıdan o kadar iyi yerdeymişiz ki , onu burda daha iyi anladım. İlk defa Türk olduğum için saygı duyulan bir yabancı ülke içindeydim. Ne yalan söyliyeyim , Avrupada Türkün anlamı farklı ,Amerikada bulunmadım daha ama , orda da çok farklı olduğunu zannetmiyorum. Hele şu Çin seddinin yapılması konusunda karizmamız yeter burda J)) . Neyse demek istediğim tarihimiz ve bulunduğumuz çoğrafya itibariyle bir köprü gibiyiz gerçekten. Bir yandan Almanlar, ingilizler , İspanyollar , güney amerikalılarla iyi geçinirken , bir yandan da burda az bulunan müslüman Mısırlılar, Yemenliler, Faslılar , Çatlılar ( ilk defa burdan bir insana rastladım,Fransızlardan çok çekmişler ) , Araplar , hatta Kanadalı ve Amerikalılarla iyi geçiniyoruz. Bunu katıldığım Ramazan Bayramı organiazyonunda yaşadım. Özellikle , döner ve izmir köfteyi orda doya doya ekmekle yediğim için unutamıyorum. ( Ramazan buulsmasi video http://www.youtube.com/watch?v=X9ik28hHjFU)
Cumhuriyet bayramı ,Türkiyede ne kadar çoşkuyla kutlanmışsa , burda da öyle oldu. Dünyanın dört bir yanından katılımcılarla , buranın en iyi otelinin Balo Salonunda bu güzel günü kutladık. Ben öcekiki yıllarda katıldığım balolarda olduğu gibi papyonumu eksik etmedim J) Konsolostan bile güzel olunca , yabancılara Türk yemeklerini anlatmak zorunda bana düştü. Köfte, Dolma, Baklava... Aman Allahım!!! Uzaklarda olan biri için bu yemekleri yemek ne büyük nimet , gidenler bilir... İki ayın sonunda böyle bir ziyafeti yaşıyınca , birçoğunu yabancılara bırakmadan ben yedim. Dediğim gibi burda ekmek nedir bilen yok , Konsolosumuz sağolsun bolca ekmek getirmiş buluşmaya,zaten bir de döneri görünce 3 günlük ihityacımı ordan aldım diyebilirim.
Uzun yazdım bu sefer biliyorum, şimdi kısaca Çinceden bahsetmek istiyorum.Bizim dilimiz en zor dillerden biri , ama bazı yönleriyle Çince Türkçeye benzeyince sınıfımın en başarılı öğrencisi oldum . Kurduğum cümleleri , hoca diğer öğrencilere anlatmak için inanın her seferinde 10 dakika harcıyor. Sınıfın büyük çoğunluğu Asyalı , hatta biri Moğolistanın başkenti Ulaanbaatar’ın belediye başkanının karısı. Onlar bile benim kadar dile adapte olamadılar. Demek ki, orta asyadaki geçmişimizin bir şekilde bize faydası var ....
Bu arada önceden de dediğim gibi , burda fuarları kaçırmıyorum.Dünyanın dört bir yanından gelenler burdaki ve özellikle Çindeki fuarları ziyaret ediyor. Bir seferinde, açıkcası ilk seferinde , yabancıyım diye üzerime atlayan bir Tayvanlı vasıtasıyla , burdaki hükümetin tanıtım ofisine sürüklendim. Hergün beni alıp , oraya götürüyolar. Tayvanlı üreticilerin ürünlerini Çince açıklamalarını dinliyorum. Bana bir de İngilizce bilen tercüman atadılar. Gerçekten , CEO seviyesinde üreticilerin ürünlerini bu şekilde anlatmalarını dinlemek, çok ama çok zevkli. Eminönünde yapılanın belki biraz daha profesyoneli , ama inanın bu küçük adada 1.6 milyon KOBİ statüsünde firma var. Demek oluyor ki, 20 kişiden biri patron bu adada , Çine gidenler de var... Çoğu kendi pazarlarında müşteriyi doyurunca, ucuz iş gücü için Çine akmış durumda. Bir bilgi daha , TVT ülkeleri , yani Tayland-Vietnam-Türkiye ilerde bu üretim yerleri için lojistik üssü olma durumunda. Eski ipek yolunun tarihi ,Türkiye açısından tekerrür etmede sanırım. Tekrar çok üreten Asya , Türkiyeyi yeni bir ipek yolu üzerine koyacak....
Şimdilik anlatacaklarım bu kadar. Umarım keyifle okuyorsunuzdur. Ne kadar bilgi paylaşabilirsem , o kadar mutluyum. Açıkcası , biz onları ne kadar bilmiyorsak onlar da bizi o kadar bilmiyorlar. Bunu , elimden geldiği kadarıyla , buranın en iyi üniversitesinde , paylaştığım Türkiye tantımıyla, kendi tecrübelerimle daha iyi anlamış durumundayım. Gününüzü doya doya geçirmeniz dileğiyle , sevgiler saygılar , uzakdoğunun bu şirin adasından....
Ömürden M. SEZGİN
Videolar için http://omurdens.tripod.com/
Fotolar için http://www.flickr.com/photos/30863084@N00/
Geliş Hikayesi: http://www.youtube.com/watch?v=eN4Sd4b2d9o
Sunday, September 17, 2006
Tayvan Gunleri...2. seri
Merhabalar ,
Uzakdogu maceramin 4. haftasindayim.Size burdaki izlenimlerimi aktarmaya devam ediyorum. Önceden de bahsettigim gibi ,Singapur ve Malezya gezimizden sonra son nokta olarak bu kucuk ada ulkesinin baskenti Taipeiye ulastim. Diger ulkelerle karsilastirdigimda , zihnimde olan uzakdogu havasina burda rastladim diyebilirim.
Öncelikle sokaklardan baslamak istiyorum.Cok kalabalık , her taraf motosiklet , bisiklet, araba... Trafik Türkiyeden de karışık. Belki, bizde arabalar olayı karıştırıyordur ama bir anda yüzlerce motosikletin caddelerde haraket edişini gördüğünüz de gerçekten olay çok daha karışık hale geliyor. Herkes de arabanin haricinde motosiklet var. Kafalarda kasklar , en fazla 4 kişilik bir ailenin motosiklete binip gezdiğini gördüm. Sokaklarla ilgili başka izlenim de , her taraf ışıl ışıl , Çince yazılı ışıklı tabelalar , tüm gece boyunca piril piril. Süpermarketler , haftasonu gece 2 ye kadar açık. Sürekli bir hareket , sürekli bir alışveriş. Carrefourda gezerken kendimi , Türkiyede büyük bir pazarda geziyormusum gibi hissediyorum. Her taraftan sesler , ürünlerinin reklamını yapmak isteyen satıcılar, sanki bina içine koyulmuş büyük bir pazar gibi. Gezerken , yenilen yemekler hakkında derinlemesine bilgi edinebiliyorsunuz. Eğer görüntüsü size hoş gelirse , deneme yapa yapa karnınızı bedavaya doyurma şansınız bile var, ancak görüntünün size lezzetli gelmesi o kadar da kolay değil. İçerde kurbağaları ,yengecleri , kaplumabağları , yılanları ve binbir çeşit balık tipini gördükten sonra ben de iştah falan kalmadı.(video : http://www.youtube.com/watch?v=oICNoWx1nrY) Önceden de bahsetmiştim , Türkiyede pahalılığından yakındığımız muz burda yine favori yiyeceklerimden oldu.En büyük sıkıntılardan birisi de kimsenin inglizce bilmemesi, inanın suyu , ekmeği tarif edene kadar canım çıktı. Tarif ettikten sonra , yetkili kişi ingilizce yerini anlatamadığı için sizi peşine takıp , aradığınız reyona götürüyor. Teşekkür etmek dışında bildiği kelime olamayan bendeniz “şie sie “ deyip mahcup bir tavırla yetkiliye veda ediyorum.
Dedigim gibi her taraf isil isil , gece gunduz hareket. Avrupadaki seyahatlerimde , dukkanlarin erkenden kapanmasindan , bu yuzden ac kalmamdan yakinirken , burda abartmiyorum , beyoglu gibi bir cadde de en az 10 tane 7eleven var. Sabaha kadar aciklar , ve istediginiz her urune ulasma sansiniz var. Ozellikle , mikrodalgada isitilip hazir hale getirilen soguk yiyecekler cok moda. Tabi sekli semalinden , karar verene kadar , her seferinde en az 20 dakika dusunuyorum. 7elevenin yaninda , familymart ve watsons dukkanlari dolu. Bunlarin disinda , bizim kokerec tezgahlari gibi araclarin cadde boyunca park ettigi, koselerinde kucuk kucuk lokantalarin oldugu gece pazarlari mevcut. Aksamlari , insanlar ailecek buralara akiyor. Gurultu ve ilginc kokular burda da hakim.
Sokaklar konusunu bitirmeden , 2. haftamda yaşadığım bir motosiklet maceramı anlatayım. Kaldığımız yer itibariyle biraz tepelerdeyiz. Yürüyerek birkaç kez çıkmayı denedim ama nemin ve ısının çok yoğun olduğu bu ülkede yokuşa attığım 5.adımda sucuk gibi terledim. Neyse bir gün , Tayvanlı arkadaşın da rızasıyla motosikletine atladım , o yokuştan aşağı inip , okuluna gidecektik. Keşke biraz ingilizce biliyor olsaydı , kalbim o yokuştan inerken yerinden fıralaycaktı. Ben artık Türkçe tepki vermeye başladım , “ kardeş biraz yavaş ol, lütfen”. Yok. Bana başta t-shirt unun kenarından tut demişti ama ben o korkuyla elemana sarıldım bırakmıyorum. Hele bir de yüzlerce motosikletin olduğu trafiğe çıktığımızda ben , gözlerimi kapattım. Nasıl okula geldik bilmiyorum ama iner inmez bir şişe suyu bitirdim.Gerçi motorda biz iki kişiydik ama adamlar 4 kişilik tüm aileyi motora bindirebilecek tecrübeyi edinmişler. Rüzgardan korunmak için de , üstlerindeki elbiseleri kollarına ters geçiriyolar Gerçekten bu görüntüleri görmenizi isterdim. Bana çok ilginç geldi. (video sokaklar...http://www.youtube.com/watch?v=mh51QBmmTHw)
Otobüsler de garip burda. Alışmam biraz zaman aldı. Türkiyede önden binilir arkadan inilir mantığına zıt bir durum var.Burda bazen önden bin , arkadan inerken parayı öde. Bazen arkadan binerken parayı öde , önden in. Her seferinde “ yav bu adamlara ne oluyor, niye öne doğru gidiyolar “ diye garipsedim Düşünün Türkiyede bu durumda şöförün şöyle bağırması lazım , “ beyler bana doğru gelin , bakın yanımda boş yer var “ J)) Birkaç kere arkada kalıp , öne doğru kalabalıktan dolayı yürüyemediğim için, parayı ödemeden indiğim de oldu. İlginç olan bir şey de , otobüslerin kapılarında “ No birds “ yazılı , ördek ve kuş şekli olan uyarılar var. Açıkcası bunun ne demek olduğunu anlayamadım. Acaba , insanlar ellerinde kuşlarla mı geziyo , yoksa kuş gribi sıkıntısı çok mu buralarda...
İlk günlerde , en çok garibime giden , ve beni korkutan olay , burda bazı insanlar , özellikle bayanlar , caddelerde , metroda yüzlerinde maskeyle geziyolar. Türkiyeden , kuş gribiydi, Sarstı , uzakdoğuyu böyle izleyen biri olarak , ilk başlarda korku içine düştüm. Sonrasında , hava kirliliği nedeniyle takıldığını öğrendim. Ancak hala daha buna tam inanmis degilim. En çok taşınan , sağda solda bulabileceğiniz , en önemli aksesuarlardan biri de şemsiyeler. Hava güneşli de olsa , insanlar şemsiyeyi ellerinden birakmiyor, surekli acik geziyolar. Mtreodan goruntulere http://www.youtube.com/watch?v=RQXstd858A4 dan ulasabilirsiniz.
Taipei , Tayvanın başkentinin en önemli eseri , şüphe yok ki , dünyanın en yüksek binası olan Taipei 101. Gerçekten , bulutların arasında , bakarken boynunuz ağrıyor. Etrafında , dünyanın önemli fuar alanlarından biri olan Tayvan Ticaret merkezinin binaları var. Birkaç kere fuarlara katıldım , dünyanın dört bir yanından insanlar vardı. Beni gören , farklı olmamızın da yardımıyla , kendi bölümüne çağırıyor , hemen elime bir kartvizit sıkıştırıyordu. Bu tarz hissetmek gerçekten güzel. Bir iki karttan sonra , kendimizi ağırdan satmaya başladık biz deJ)
Yemeklere geldim. İşte burda benim için en önemli sorunlardan biri. Neyseki alıştık , ama alışana kadar 9 kiloyu da vermişiz. Neler var , aslında neler yok ki yemeklerin içinde. Bayağı bir zorlanıyorum. Benim favorim , kızarmış pirinç. Bildiğimiz pilav aslında, ama burda içine ne varsa katıyorlar. Özellikle de yemekleri yumurtali yemeyi çok seviyorlar. Tavuk da favorilerim arasında , zaten et olarak bir onu yiyorum. Yanına da yumurta yiyince yakında bir yumurta sahibi de ben olcam herhaldeJ. Fiyat olarak ucuz, yani örneğin MC donalds tan örnek verelim. Big Mac indeksi olarak açıklarsak , Türkiyede 6,5 TL civarında olan Big Mac, burda 4,5 TL falan. Bu Mc Donalds ( ilk günler tek tanıdık yer benim için burasıydı) fiyatları , diğer yerlerin fiyatlari daha da uygun. Özellikle aksamlari , gece pazarlarında çok daha uyguna karnınızı doyurmanız mümkün.
Burslu gelmiş olsak da , insan birşeyler , özellikle de elektronik eşyalar almak isteyince fazladan paraya ihtiyaç duyuyor. Burda yabancılar için en iyi meslekler ingilizce öğretmenliği ve modellik. Ana dili ingilizce olmayan ve tipinden dolayı insanları amerikalıyım diye kandıramayacak bir insan olduğum için , burda yapabileceğim tek iş olan modelliğe başvurdum. Birkaç reklamda oynamak üzere teklifler aldık , alıyoruzJ)(Perulu arkadasla hirsizlik:))http://www.youtube.com/watch?v=XeKGsx9RtjA) Özellikle tek kaşı olan bir insan olmamla yetkilileri etkiliyorum J) Umarım işler açılır da , mp4, ipod, elekronik sözlük, motorbisiklet ve bu tarz uygun olup da paramın yetmediği ürünleri alırım.
Son olarak da , Çinceden bahsedeyim. Dilbigisi olarak belki ingilizce , almanca ve fransızcaya göre daha kolaydır ancak karakterleri bir mantığa oturtmak çok ama çok zor. İlkokuldaki gibi bir defter aldım , sürekli karakter çiziyorum . Yazmaktan ellerim ağrıdı. Burada dill pratiği yaptığım Alman ve Fransız arkadaşlar da aynı şeylerden şikayetçi .Bakalım zaman geçtikçe , sokakta , süpermarkette , esnaf ve satıcılarla anlaştıkça geliştireceğiz konuşmayı ama yazma şüpheli.
Zamanla izlenimlerimi aktarmaya devam edeceğim. Tayvandan aktaracaklarım şimdilik bu kadar , Belgin!!! Sağlıcakla kalın.
Ömürden M. SEZGİN
Fotolar ve yazılar için;
http://www.flickr.com/photos/30863084@N00/
http://www.omurdens.blogspot.com/
http://omurdens.tripod.com/
Saturday, August 19, 2006
Far East...(English)
Hello all from Taipei/Taiwan,
From the last time that I wrote a blog , a lot of things has changed in my life. First I quitted my job in order to attend a Chinese language course in Taiwan by the scholorship of Taiwan government.Now I am in the international house of Taipei and writing a new blog at 3 am at local time. Let me first tell the story untill now...First of all, after I organized all my stuff in Bursa , I carried them to our house in Istanbul. That was really a hard work that I have never done in my life.Then I went to Ankara in order to take the necessary documents and visa for the travel to Taiwan, visited METU(Middle East Technical Unversity ) in order to arrange online master procedures.Then I took a long way to Tirebolu in order to visit my parents and have a nice holiday. There , I stayed just two days and went to Samsun in order to take an airplane to Istanbul.
So, after a long trip in Turkey , I was ready for the long way to far east. After the last ceremony in Ataturk airport , I started my journey to first Dubai with Singapore airways. This airway company was really exotic because of its traditionally customized host and hosteses,luxurious because of having tv and music set for each seat.After about 4 hours we made a 1 hour stop in Dubai.As I got into the Dubai airport , the muezzin starts to sing. That was really an amazing moment that I still has the feeling of being at my house.Then we flied about 7 hours to Singapore. Since this country doesnt require visa from the Turkish citizens , we got into the city easily. This country is located at the 1 north paralell of the world.That`s why there exists tremendous hot and humidity.There ,we waited for early check-in (it is free of charge 48 hours in advance) then got ito the city by metro. Singapore is really different than I expected. Since that is the first far east country , I expect that everybody speaks Chinese or any other language.However the official language of Singapore is English, and the traffic flows at the left side. There , we met the hospitable hospitabilityclub guys , 2 singaporean, 1 german, and 1 polish (she was the one that we stayed). Then the local people brought us to a special restaurant near the Singapore river. They offered us traditional food and beer (Tiger beer). After that we went to another reastaurant in order to taste Singapore Sling which is the traditional drink of that place. By the way , as a Black sea region guy (where the 80% of hazel nut of the world is being produced) , I gave them hazel nut. Altough they have seen this fruit for the first time, they really liked it.Maybe we can start a trade:))) I , again , want to thank all for their hospitality and kindness.
The next day , we went to Johor Baharu which is a city of Malesia in the border of Singapore. In the customs , we had no difficulties , since we do not need visa for Malesia. This city was like what I expected from a far east country.They speak Malay and Chinese, indian. Chinese temples,churches and also Mosques can be seen since this country includes all of these religions. There , for the first time, I ate fried banana, so delicious. Since the seller was also muslim, he had given me 1 kilo of banana as a present.That was great. Since it took about 20 minutes, we turned back to Singapore, to the harourfront where we got on a cablecar in order to make a round trip around the Singapore city. The view was really great from lots of meter high.
I also want to talk about the saling strategy of Fareast people.In Singaore, I went to the famous China town where you can get stuff such as blaubles , toys and even electronical devices. There , while walking in front of a shop , I just intended to buy handycam. As said that was just an intention. However , the salesman there , stared to offer some accesories with that camera . Then I started to bargain. I did not know how I came to this situation. Actually I was about to buy. Finally the best thing for the slaesman hapende, my intention turned into real request. However , I strongly advised to argain in such shops, because, I bought the camera that had a price of 400 dollars , about a price of 350 dollars including the stuff such as lenses, bag,and protectio coverJ)) The next day we took our flight to Taipei. I will write about this country whose streets are very complex, full of motorbikes, people, cars, bikes and something interesting smell...
Omurden M. SEZGIN
Photos :
http://pg.photos.yahoo.com/ph/omurdenss/my_photos.com
http://omurdens.tripod.com/
Friday, August 18, 2006
Uzakdoguya gidiyoruz...1. seri
Merhabalar ,
Öncelikle Tayvandan selamlar.Buraya geleli 4 gun oluyor , izlenimlerimi aktarma fırsatıni ancak bulabiliyorum.Yolculuğumuz , Singapur havayollarıyla İstanbul –Dubai, Dubai-Singapur ve Singapurdan da Taipei üzerinden oldu.Singapur havayolları , denildiği üzere , her koltukta tv , yemekleri , hatta her kalkışta sıcak havlu servisleriyle ( bu olayı çok fazla anlamış değilim , etraftaki insanların da tam olarak anladığını zannetmiyorum) en iyi havayollarından biri. Özellikle , geleneksel kıyafetlerle dolaşan host ve hostesler size İstanbuldan bindiğiniz anda uzak doğu esintisini sağlıyorlar.
Yolculuğumuz sırasında, Türklerden vize istenmediği için , Singapurdaki aktarmada 3 günlük bir erteleme isteyerek , Singapurda kaldık.Singapur beklediğimin aksine , ingilizce konusulan , trafiğin soldan aktığı , uzak doğudan öte bir Avrupa kentini andıran bir yerdi.1 derece kuzey enleminde olmasından ötürü sıcaklığın ve nemin hat safada olduğu bir bölge olduğundan , şehirde gezerken bayağı bir zorlandık. Malaya denilen , agzından su fıskıran aslan görülemeye değer yerlerden biri.Akşam üzeri hospitalityclub.com ( misafirperverler klübü) vasıtasıyla randevu ayarladığım Singapurlu arkadaşlarla buluştuk. Bizi , singapur nehri kenarında , yerel yemeklerin sunulduğu bir restoranta götürdüler. İlk başta kokusundan ve görüntüsünden çekinsem de , bizim sigara böreğini andıran bir görüntüsü olmasından ve açıkmış olmamdan dolayı, sunulanları afiyetle yedim. Özellikle burdaki, özel soslardan tatmanızı tavsiye ederim. Yemeğe gerçekten , özel bir tat veriyorlar. Sonrasında , bizi yine nehrin kenarında bulunan , geleneksel içkilerinin sunulduğu bir restorana götürdüler.Singapur Sling denilen içkilerini tattık, meyve kokteylini andıran bir tadı vardı ama içmeye değer. Ben de bu arada bir Türk olarak boş durmadım , yanımda getirdiğim taze!! fındıkları ikram ettim, hayatlarında ilk defa gördükleri fındıktan çok hoşlandılar. Neden fındığın fiyatı bu kadar düştü diye de hayıflanmadım değil J)
O gece , hospitalityclubtan tanıştığımız Polonyalı bir çiftin , Singapurdaki havuzlu bir sitesinde kaldık. Misafirperverlik klübünün bu derece etkili olduğunu düşünmezdim. Tüm gece internet , kalma, yeme, içme...Şiddetle tavsiye ediyorum, inanın bizden misafirperver çıktılar.Bir avuç fındık da oraya bırakarak ayrıldık.
Bir de uzakdoguluların satıs taktiğinden bahsedeyim. Sigapurda , ışıl ışıl sokakların olduğu , incik boncuktan , elektronik eşyaya birçok ürünün satıldığı China Townda , kamera almaya niyetlendim.Dediğim gibi sadece niyetlendim. Ancak dükkana girmem ,ve Çinli satıcının yoğun baskısı ve ısrarı sonucu 2 saat süren pazarlık sonunda kamerayı almış oldum.Siz siz olun , pazarlık yapmadan sakın bir şey almayın.İnanın 450 dolar dediği kamerayı , yanında lensleri , çantası , 3 saatlik piliyle beraber 380 dolara aldım :))
Ertesi gün yarım saat uzaklıkta olan Malezyanın Johor Bahru şehrine geçtik.Amaç , bir şekilde bu ülkeyi de , Türklere vize uygulamadığı için ziyaret etmekti. Çoğunluğu müslüman olan ülkede gerçekten insanlarla çok iyi anlaştık. Hayatımda ilk defa burda , muzun bir tavada , özel sosuyla beraber kızaltılarak satıldığını gördüm. Gerçekten lezizdi. Müslüman olan satıcının bizle fazlaca ilgilenmesi ve , Türkiyede muz pahalıdır dediğimde , bana bir kilo muz hediye etmesi de çabasıJ))Diğer ilginç yemeklere kokularından ötürü fazla yanaşamadım.
Malezyada , malum sıcaktan susayınca , bir restoranttan su isteme durumunda kaldık. Bana verdikleri poşet içinde buz ve dışarda tutulmuş sıcak bir şişe su. İnanın bu adamlar neden buzdolabında su tutmak yerine , buz ikram ediyolar anlayamadım. Ama şunu söylemem lazım ,Singapura göre , Malayca , Hintçe, Çince ve de İngilizce konuşulan bir ülke olması , ve o yerel dükkanları , karışık trafiği gördükten sonra uzak doğu havasını bu ülkede aldım diyebilirim. Tayvana gelince , çok ama çok farklı. Motosiklet, bisiklet , insan , Çince yazılı tabelalı ve kokulu caddeleriyle , cıvıl cıvıl tam bir uzakdogu ülkesi.Burası hakkında izlenimlerimi de yakında paylaşacağım. Görüsmek üzere....
Ömürden M. SEZGİN
Fotolar için :
http://pg.photos.yahoo.com/ph/omurdenss/my_photos.com
Öncelikle Tayvandan selamlar.Buraya geleli 4 gun oluyor , izlenimlerimi aktarma fırsatıni ancak bulabiliyorum.Yolculuğumuz , Singapur havayollarıyla İstanbul –Dubai, Dubai-Singapur ve Singapurdan da Taipei üzerinden oldu.Singapur havayolları , denildiği üzere , her koltukta tv , yemekleri , hatta her kalkışta sıcak havlu servisleriyle ( bu olayı çok fazla anlamış değilim , etraftaki insanların da tam olarak anladığını zannetmiyorum) en iyi havayollarından biri. Özellikle , geleneksel kıyafetlerle dolaşan host ve hostesler size İstanbuldan bindiğiniz anda uzak doğu esintisini sağlıyorlar.
Yolculuğumuz sırasında, Türklerden vize istenmediği için , Singapurdaki aktarmada 3 günlük bir erteleme isteyerek , Singapurda kaldık.Singapur beklediğimin aksine , ingilizce konusulan , trafiğin soldan aktığı , uzak doğudan öte bir Avrupa kentini andıran bir yerdi.1 derece kuzey enleminde olmasından ötürü sıcaklığın ve nemin hat safada olduğu bir bölge olduğundan , şehirde gezerken bayağı bir zorlandık. Malaya denilen , agzından su fıskıran aslan görülemeye değer yerlerden biri.Akşam üzeri hospitalityclub.com ( misafirperverler klübü) vasıtasıyla randevu ayarladığım Singapurlu arkadaşlarla buluştuk. Bizi , singapur nehri kenarında , yerel yemeklerin sunulduğu bir restoranta götürdüler. İlk başta kokusundan ve görüntüsünden çekinsem de , bizim sigara böreğini andıran bir görüntüsü olmasından ve açıkmış olmamdan dolayı, sunulanları afiyetle yedim. Özellikle burdaki, özel soslardan tatmanızı tavsiye ederim. Yemeğe gerçekten , özel bir tat veriyorlar. Sonrasında , bizi yine nehrin kenarında bulunan , geleneksel içkilerinin sunulduğu bir restorana götürdüler.Singapur Sling denilen içkilerini tattık, meyve kokteylini andıran bir tadı vardı ama içmeye değer. Ben de bu arada bir Türk olarak boş durmadım , yanımda getirdiğim taze!! fındıkları ikram ettim, hayatlarında ilk defa gördükleri fındıktan çok hoşlandılar. Neden fındığın fiyatı bu kadar düştü diye de hayıflanmadım değil J)
O gece , hospitalityclubtan tanıştığımız Polonyalı bir çiftin , Singapurdaki havuzlu bir sitesinde kaldık. Misafirperverlik klübünün bu derece etkili olduğunu düşünmezdim. Tüm gece internet , kalma, yeme, içme...Şiddetle tavsiye ediyorum, inanın bizden misafirperver çıktılar.Bir avuç fındık da oraya bırakarak ayrıldık.
Bir de uzakdoguluların satıs taktiğinden bahsedeyim. Sigapurda , ışıl ışıl sokakların olduğu , incik boncuktan , elektronik eşyaya birçok ürünün satıldığı China Townda , kamera almaya niyetlendim.Dediğim gibi sadece niyetlendim. Ancak dükkana girmem ,ve Çinli satıcının yoğun baskısı ve ısrarı sonucu 2 saat süren pazarlık sonunda kamerayı almış oldum.Siz siz olun , pazarlık yapmadan sakın bir şey almayın.İnanın 450 dolar dediği kamerayı , yanında lensleri , çantası , 3 saatlik piliyle beraber 380 dolara aldım :))
Ertesi gün yarım saat uzaklıkta olan Malezyanın Johor Bahru şehrine geçtik.Amaç , bir şekilde bu ülkeyi de , Türklere vize uygulamadığı için ziyaret etmekti. Çoğunluğu müslüman olan ülkede gerçekten insanlarla çok iyi anlaştık. Hayatımda ilk defa burda , muzun bir tavada , özel sosuyla beraber kızaltılarak satıldığını gördüm. Gerçekten lezizdi. Müslüman olan satıcının bizle fazlaca ilgilenmesi ve , Türkiyede muz pahalıdır dediğimde , bana bir kilo muz hediye etmesi de çabasıJ))Diğer ilginç yemeklere kokularından ötürü fazla yanaşamadım.
Malezyada , malum sıcaktan susayınca , bir restoranttan su isteme durumunda kaldık. Bana verdikleri poşet içinde buz ve dışarda tutulmuş sıcak bir şişe su. İnanın bu adamlar neden buzdolabında su tutmak yerine , buz ikram ediyolar anlayamadım. Ama şunu söylemem lazım ,Singapura göre , Malayca , Hintçe, Çince ve de İngilizce konuşulan bir ülke olması , ve o yerel dükkanları , karışık trafiği gördükten sonra uzak doğu havasını bu ülkede aldım diyebilirim. Tayvana gelince , çok ama çok farklı. Motosiklet, bisiklet , insan , Çince yazılı tabelalı ve kokulu caddeleriyle , cıvıl cıvıl tam bir uzakdogu ülkesi.Burası hakkında izlenimlerimi de yakında paylaşacağım. Görüsmek üzere....
Ömürden M. SEZGİN
Fotolar için :
http://pg.photos.yahoo.com/ph/omurdenss/my_photos.com
Monday, August 14, 2006
Digiturkun açılışı-Dolmabahce Sarayi
Merhabalar ,
Tarih 14 agustos 2006 , yani uzakdogu seyahatine cikmadan onceki son gecem. Basliktan da anlasilacagi gibi , o gece dolmabahcede digiturkun acilisi var. Saat 7 gibi arkadasla bulusup Dolmabahceye girecegiz. Oyle bir tantana , oyle bir curcune var ki sormayin. GS baskani Ozhan Canaydin geliyor bi yandan ,bir yandan Anakaspor baskani Melih Gokcek, peslerine takildik, o essiz sarayin kokteyl icin hazirlanmis alanina girdik.Yollar kirmizi haliyla cevrilmis, dev ekrandan girenlerin goruntuleri tum konuklara aktariliyor. Biz de bir selam cakararak iceri girdik. Reha Muhtardan tut, Mehmet Agar, tum politika medya , futbol camiasi icerde. Acik bufe yemeklerde bir kus sutu eksik. Neyse digiturk ailesi olarak acilis merasimi yapildiktan sonra, Ajda Pekkan konseri basladi. Tabi insanlar uzaktan takilinca , Ajdanin karsisinda bir biz kaldik. Sohbete basladik dermisim:))) Neyse ne istesek caldiriyoruz super stara ...1 saat takildiktan sonra malum ben Bakirkoye dayimlara kactim , yarin yolculuk var tabii...
Tarih 14 agustos 2006 , yani uzakdogu seyahatine cikmadan onceki son gecem. Basliktan da anlasilacagi gibi , o gece dolmabahcede digiturkun acilisi var. Saat 7 gibi arkadasla bulusup Dolmabahceye girecegiz. Oyle bir tantana , oyle bir curcune var ki sormayin. GS baskani Ozhan Canaydin geliyor bi yandan ,bir yandan Anakaspor baskani Melih Gokcek, peslerine takildik, o essiz sarayin kokteyl icin hazirlanmis alanina girdik.Yollar kirmizi haliyla cevrilmis, dev ekrandan girenlerin goruntuleri tum konuklara aktariliyor. Biz de bir selam cakararak iceri girdik. Reha Muhtardan tut, Mehmet Agar, tum politika medya , futbol camiasi icerde. Acik bufe yemeklerde bir kus sutu eksik. Neyse digiturk ailesi olarak acilis merasimi yapildiktan sonra, Ajda Pekkan konseri basladi. Tabi insanlar uzaktan takilinca , Ajdanin karsisinda bir biz kaldik. Sohbete basladik dermisim:))) Neyse ne istesek caldiriyoruz super stara ...1 saat takildiktan sonra malum ben Bakirkoye dayimlara kactim , yarin yolculuk var tabii...
Friday, August 04, 2006
Omurden Bur(s)adan ayrildi...
Merhabalar,
Veda gecemizi de Bursada gerceklestrdik. Artik cok ama aok uzun yollar gozuktu bana... Tayvan macerasi , uzakdoguyu tanima, dili ogrenme, yuksek lisansa online devam , pazar arastirmasi , dilleri kullanma...planlar cok , ne kadari gerceklsir bilinmez...ama olmadi donunce askerlik , oraya ait de cok hayaller var:))) Neyse , veda geceme katilip, beni son ugurlamamda da yalniz birakmayan sevgili dostlarima tekrar tesekkurler ediyorum, kalin saglicakla...Kontakta kalalim...
Tuesday, July 25, 2006
ODTUluler Bur(s)ada Bulustu....
Bursa ODTU mezunlar derneği tarafından 25 Temmuzda , KA barda okulumuzun 50 .yılı adına düzenelenen gecede , yaklaşık 110 ODTÜlü biraraya geldi.Saat 20:30 da baslayan geceye katılanlar , erken saatlerde mekanı doldurdular. Geceye Bursada çalışanların yanısıra , iş gezisi için Bursada olan mezunlar ve o sırada firmalarda staj yapmakta olan ODTUlü öğrenci arkadaşlar da katıldı.Doyumsuz sohbetlerin yapıldığı , anıların yad edildiği bu Bursa gecesinde , mezunlar gönüllerince eğlendiler. Gecenin ilerleyen saatlerinde , günün anlam ve önemi adına konuşmalar yapıldı , 50.yıl pastası hep beraber kesildi. Bu tarz buluşmaların Bursada daha da aktif bir şekilde devam edeceğine dair söz verildikten sonra geceden ayrılındı...Emeği geçen herkese gönülden teşekkürler, buluşmaların Bur(s)ada devam etmesi dileğiyle...
Sunday, June 25, 2006
ODTU-Robert Bosch Milkrun projesi Turkiye birincisi
Robert Bosch firmasında yalın üretim ve lojistik üzerine çalışan Ömürden M. Sezgin danışmanlığında, ODTÜ Endüstri Mühendisliği son sınıf öğrencileri tarafından yapılan bitirme projesi Yöneylem Araştırma Derneği’nin her sene düzenlediği öğrenci proje yarışmasında birincilikle ödüllendirildi. ODTÜ Endüstri Mühendisliği’nde iki dönem süren bitirme projeleri, hem okula başvuru yapan şirketlerin problemlerini çözmek, hem de öğrencilerin gerçek bir problem üzerinde tecrübe edinmesi için çok önemli olarak nitelendiriliyor. Beş kişilik bir grup tarafından sekiz aylık bir sürede hazırlanan ana başlığı “Milkrun” yani “çekme esaslı tekrarlı dağıtım sistemi” olan proje, bu sene Kocaeli’nde yapılan “AB Sürecinde Kobiler ve İnovasyon” konulu 26. Yöneylem Araştırma ve Endüstri Mühendisliği Kongresi sırasında yapılan sunum sonrası finale kalan beş proje içinden birinci seçildi. Yarışmaya katılan 22 projeden ilk beşi Boğaziçi, Bilkent ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden katılan gruplar oluşturdu. Yarışmada ikinciliği “Hücresel üretimle teslimat sürelerinin kısaltılması” proje konusuyla Bilkent Üniversitesi grubu, üçüncülüğü ise “Sınırlı sığalı yerleştirme-paylaştırma problemlerinin en iyi amaç fonksiyon değeri için bir güven aralığı bulma” proje konusuyla Boğaziçi Üniversitesi grubu kazandı.
Projeyi Bursa’da bulunan Bosch Sanayi ve Ticaret A.Ş.’de yapan öğrenci grubu, firmaya yaptıkları periyodik ziyaretler sırasında yapılan detaylı incelemelerden faydalanarak matematiksel modelleme, simülasyon gibi endüstri mühendisliği araçlarını kullanarak fabrika için yeni bir fabrika içi dağıtım sistemi önerdiler. Önerilen sistemin yardımıyla, şirketin, dağıtım sistemi maliyetlerinin iyileşmesi, standardize edilmiş rotalar ve minimum araçla yalın üretim ortamına geçişi beklenmektedir.
Çekme esaslı tekrarlı dağıtım sistemi (Milkrun), lojistik alanında bir uygulama olup, belirli bölgedeki tedarikçilerden genellikle tek araçla, sık sık ve az az parça alımına dayanır. Aynı bölgede bulunan dört ayrı tedarikçiden aylık ihtiyacını dört ayrı kamyonla sağlamaktansa, bu tedarikçileri her hafta, haftalık ihtiyacı alacak şekilde, tek kamyonla ziyaret etmek en temel milkrun örneğidir. Böyle bir tasarımdaki amaç stok seviyelerini ve taşıma maliyetlerini en aza indirmektir.
Mustafa Gökçe Baydoğan, Yurtseven Bolatlı, Düriye Canbaz, Akif Halıcı, Hakan Akıllıoğlu ve firma danışmanı Ömürden Sezgin’den oluşan proje grubu, yapılan çalışmanın, teorik bilginin pratikte uygulanmasını görmek ve bu tarz projelerin firmalar tarafından desteklenmesi sağlamak adına çok önemli olduğunu söylediler.
Milkrun Proje Rapor- Ozet
Milrun Project Report-Summary
Milrun Projekt Bericht-Zusammenfassung
Omurden M. Sezgin
Subscribe to:
Posts (Atom)